Senin Adın İsimli Eserde Dikotomik Kimlik Temsilleri

Zeynep Kösteloğlu, Emine Sönmez, Hilal Epik

Çocuk ve gençlik edebiyatında masallar ve hikâyelerin yanında çizgi romanlar ve onlardan uyarlanan filmler de önemli bir yere sahiptir. Japon kültüründen yapılan anime ve mangalar da çizgi roman ve animasyonun bir ürünüdür. Gerçek yaşamla fantastik yaşamı kurgulayarak okura ve izleyiciye geniş bir bakış açısı sağlar. Bu çalışmada çok yönlü biri olan Makoto Şinkai[1] tarafından kaleme alınan ve de filme uyarlanan Senin Adın (Your Name) isimli manga ele alınacaktır. Eserde yer alan kimlik temsilleri, iki liseli genç, aileleri, yaşadıkları mekânların, değerlerin eserde nasıl işlendiği ele alınacaktır. Ruh ve beden dönüşümleriyle iki gencin yaşamını konu alan manga, çalışmanın odağıdır. Çalışmanın amacı, birbirlerinden uzak yerlerde yaşayan, farklı cinsiyetlere ve yaşam tarzına sahip olan iki öğrencinin kutuplaşmaları ve bu kutuplaşmanın hangi alanlarda olduğunu alt başlıklarla analitik yöntem çerçevesinde detaylı olarak değerlendirmektir.

Animeler, günümüzde rağbet gören ve Japon kültürünü yansıtan çizgi filmlerdir. Mangalar ise animelerin ciltler halinde sunulmuş kitap hali olarak bilinir. Manganın ortaya çıkış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte ulaşılan ilk örneklerin Choju giga ya da Hayvan Çizimlerine (Animal Scrolls) dayandırıldığı söylenir. Choju giga, hayvanların gündelik yaşantısını kullanarak dini hiyerarşiye eleştirel bir bakış açısı getirmiştir (Taş Alicenap, 2014; 34). Ancak bu ilk örneklerin aksine günümüz mangaları geniş okuyucu kitlelerine hitap etmekte ve pek çok konuda kurgulanmaktadır. Anime ve mangalar, batı hâkimiyetine karşı direnç gösteren Japon kültürünün dünyaya sergilendiği bir tür olarak edebiyat ve medya dünyasına giriş yapar. Senin Adın isimli çalışma da bunlardan biridir. İçinde sadece çocuk ve gençler için değil hemen her kesimin rahatlıkla okuyacağı alt metinsel göndermeleri de içinde barındırmaktadır. Eser, bir yandan gelişmiş toplum özellikleri ile donatılırken, diğer yandan da Japon kültür ve geleneklerini yansıtmaktadır. Bu tür uç noktaları iyi bir şekilde bir araya getiren Makoto Şinkai, karakterlerin seçimi ve anlatım dili ile de farklı bir duruş sergiler. Dünya kültürlerinin popüler algısına hizmet etmesinin yanında Japon kültür ögeleri de eserde kendine yer bulur.

Bir eserde kurgunun gerçekleşmesi için mutlaka karaktere ihtiyaç duyulur. Çok karmaşık ve kapsamlı bir yapı sergileyen karakter kavramını psikolog Haluk Yavuzer, daha çok ahlak değerlerine göre hüküm vermeyi kabul eden davranış olarak açıklar. Bu da kişinin toplum değerlerine ve normlarına doğru yönelen yapısının bir parçası olarak kabul görür (bkz. Yavuzer, 2002; 170). Karakter, kişinin bireysel oluşumunun, gerek konuşmasıyla gerek hal ve hareketleriyle, gerekse olaylar karşısında takındığı tavırla dışa yansımasıdır. Karakter oluşumunda kişinin içinde bulunduğu toplumsal normların da etkisi çoktur. Karakter oluşumunda kimlik önemli yer tutar. Türk Dil Kurumu Sözlüğüne göre kimlik, ‘toplumsal bir varlık olarak insanın nasıl bir kimse olduğunu gösteren belirti, nitelik ve özelliklerin bütünü’ olarak tanımlanır. Kimlik, günümüzde çokça tartışılan ve birçok disiplini meşgul eden kavramlardandır. Kimlik kavramı Türkçede aynı mensubiyeti (aidiyet), aynı olmayı, tek olmayı, hangi kişi olmayı ifade eden bir kavramdır (Aydoğdu, 2004; 114). “Gleason’a göre ise, kimlik kavramı, sosyal bilimlerde temel olarak birey ve toplum arasındaki ilişkiden bahsetmek için 1950’li yıllarda yoğun olarak kullanılmaya başlanmış, “Ben kimim?” ve “Ben nereye aidim?” sorularıyla bağlantılı bir kavramdır (bkz. Gleason, 2006; 194). Kimlik, kimi zaman belirsizliktir, kimi zaman da kendinden emin olmaktır, aidiyettir. Bu nedenle kimlik kavramına birçok anlam yüklemek mümkündür. Kişi, kendisinden emin olmadığı zamanlarda, bulunduğu yere ait hissetmediği durumlarda karakteri ve kimliği üzerine düşünmeye başlar. Bu huzursuzluk kişiyi kimlik sorgulamasına ve karmaşasına yoğunlaştırır. Bu, bazen bir kaçış, bazen ise aranan bir kavram haline gelir. İncelenen eserde her iki karakter de ruhlarında ve kalplerindeki boşluktan bahseder. Bu yüzden sürekli bir arayışta olduklarından yakınırlar. İki karakter de kimlik kavramı üstünden bir kaçışta, kayboluşta ve arayıştadır. Bu karakterlerin önceden yaşadıkları fakat hatırlamadıkları bu ruh dönüşümleri onların zihninde bir imge olarak kalmıştır. Bu imge onları ‘Ben kimim? Neden eksik hissediyorum?’ gibi sorular sormaya yöneltmiştir. Bu karakterlerin kimlik karmaşaları eserde kadın-erkek ikilemi üzerinden yansıtılmıştır. Lise çağında olan söz konusu iki karakter, henüz ergenliğe yeni girmişken, kişilik gelişimleri yeni oluşuyorken birbirleri arasında yaşadıkları bu ruhsal dönüşümler, onları ikilik yani dikotomik[2] bir kimliğe yöneltmiştir.

Aile, bir toplumu meydana getiren, her toplumda farklı özelliklere sahip olan evrensel bir kurumdur. Cinsel güdü, ekonomik ihtiyaçlar, neslin devamı gibi etkenler ailenin oluşumunda önemli bir yer tutmaktadır. Evlenmeyle yasal temeller üzerine oturtulan her aile, içinde bulunduğu toplumun kültürel değerleriyle yaşar. Aynı zamanda bu değerlerin yaşatılmasında da önemli rol oynar. Sürekli değişken bir yapıya sahiptir. Belli bir konut ve geliri paylaşır. Ailede yaşanan doğum, büyüme, yaşlanma, ölüm, hastalık, çevresel faktörler gibi birçok neden, ailenin dinamik bir yapısı olduğunun kanıtıdır. Ailenin sosyal örgütlenmedeki gibi belli bir yapılanma biçimi vardır. Aile bireylerinin her biri belli bir görev ve sorumluluğa sahiptir. Aralarında duygusal bağ söz konusudur. Ailedeki iş bölümü, aile içi paylaşım mutluluğun devamı açısından önemlidir. Eşler arasındaki sevgi, çocukların da aileye katılımıyla çoğalır, güçlenir. Çocuklar, bu yapının temel elemanlarıdır (bkz. Kayhan, 2007; 4–9). Aile, Doğan’ın belirttiği gibi, çocuklarını topluma olduğu kadar geleceğe de hazırlayan bir kurumdur (Doğan, 2000; 254). Dolayısıyla aile bireylerinin ilişkileri, daha sıkı sorumluluk altında, daha yapıcı, kurtarıcı, daha fedakâr olma eğilimi sergilemektedir. Mangadaki aile kavramına göz attığımızda, Taki ve Mitsuha anneleri hayatta olmayan çocuklardır. Taki babasıyla birlikte, Mitsuha ise büyükannesi ve kız kardeşiyle birlikte yaşamaktadır. Her iki karakterde de ortak olan baba figürü üzerinden aile kavramını ele almak gerekirse; Taki baskıcı olmayan bir babaya sahiptir. Bu yüzden aralarındaki ilişkinin ne olumlu, ne de olumsuz olduğu söylenebilir. Taki’nin babası, onu yalnızca kahvaltıda görür ve hayatına müdahale etmez. Taki hayatında olan değişimleri babasıyla paylaşmaz. Mitsuha’nın babası ise önceden rahip olan, ancak eşinin ölümünden sonra siyasete soyunan bir adamdır. Rahipliği bırakması büyükanneyi çok üzdüğü için baba, kızlarıyla birlikte yaşamaz. Buna rağmen baskıcı bir babadır ve kızları Mitsuha ile Yotsuha’nın hayatına müdahale etmektedir. Bu süreçte çocukların kimliklerinin varlığı ve karakterlerinin şekillenmesinde ailenin önemi ortaya çıkmaktadır. “Doğduğu aileden kimliğini alan çocuk, kişilik çatısını oluşturmakta ve ailenin ya da sosyal çevrenin bu süreçte ona karşı tutumları ve stratejileri aracılığıyla yıllar içinde oluşmaya devam etmektedir” (Shiriyeva, 2017; 25). İki ana karakterin de aile yapısı ve bağları farklıdır. Yani onlar için aile kavramları da farklılaşır. Mitsuha ve kardeşi, annelerinin vefatından sonra babaları tarafından büyükannelerine teslim edilir. Anne’nin ölümü, babaları olan Toshiki’yi derinden sarsar. Eşini kurtaramadığı için büyük bir suçluluk duyan Toshiki, geleneklere sırtını döner. Bu geleneklerden biri de Miyamizu Tapınağı’dır; artık orayı ziyaret etmez. Mitsuha ve kardeşi, büyükanneleri Hitoha ile yaşamaya başlar. Geleneklerine bağlı olan Hitoha, torunlarına ip örme adetlerini öğretir. Mitsuha ruh değişimlerine başladığında, ev halkı tarafından garip davrandığı anlaşılır. Büyükannesi bu değişimleri anlar ve gençken onun da başına geldiğini söyler: “Ben de genç kızken acayip rüyalar gördüğümü hatırlıyorum. Rüya görmekten de öte, sanki başka birinin hayatını yaşıyor gibiydim. En önemli rüyaları bile gözlerimi açtığım an unutuveriyordum. Ben de, senin annen de böyle dönemlerden geçtik. Belki de Miyamizuların gördüğü rüyalar bugün olacakları işaret ediyordu” (Şinkai, 2020; 320-321). Bu bilgi ile Hitoha da Miyamizu ailesindeki tüm kadınların, Mitsuha’nın annesi de dâhil, bu durumu yaşadıkları anlaşılmaktadır. Erikson’un ruhsal-cinsel gelişim kuramının nesilden nesile aktarımı ile toplumsal gelişim arasında bir köprü kurulur[3]. Bu düşünce yapısından yola çıkarak insanın yaşadığı her dönemin bir önceki dönemin uzantısı olduğunu düşünebiliriz. Çocuklukta yaşanan bir takım tutum ve davranışlar olgunluk döneminde karakterimizi oluşturan unsurlar olarak karşımıza çıkabilmektedir. Hitoha, gençken bunu yaşadığını fakat unuttuğunu dile getirir. Miyamizu ailesinde bu ruh değişiminde, manevi arkadaşı ile tanışıp en çok hatırlayan kişinin Mitsuha’nın olduğu anlaşılır. Mitsuha’nın babası, eşi öldükten sonra bu gelenekleri reddetmesi aslında derin bir bağ kurduğu kişi ile iletişimi kesmesine de sebep olur. Çünkü eserde Taki, Mitsuha’nın ölümünden üç yıl sonra kuyruklu yıldızın düşmesine yakın birbirleri ile iletişime geçerler. Bunun sebebi de Mitsuha’nın babasının gitmeyi reddettiği Miyamizu Tapınağı sayesinde olur. Taki, bu tapınağı ziyaret edip kutsal içki olan sakeden içtikten sonra bu karşılaşma gerçekleşir. Taki, Miyamizu ailesi geleneklerini gerçekleştirir. Böylece bağlantı kurma olayı gerçekleşir:

İpliğin sesine kulak ver, iplikle aranda duyguların aktığını hissedeceksin […] Büyükanne ipliği ördükçe İtomori’nin saklı olan geçmişine ulaşılacağını söyler. Büyükannenin anlattıklarına göre; iki yüz sene önce sandalet ustası olan Mayugoro’nun banyosu alev alır ve tapınakların ve önemli belgelerin de yandığı tüm bölge kül olmuş. Bu yüzden yangının adı da Büyük Mayugoro Yangını olarak adlandırılmış. Geleneklerin festival ve ayinlerle devam ettirileceğine inanır (Şinkai, 2020; 43-45).

Bu alıntı Miyamizu ailesi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Miyamizu ailesi yeteneklerinin farkında olan bir aileyken çıkan yangın yüzünden birçok bilgi yok olmuştur. Mayugoro’nun büyük yangını bu bilgileri yok etmiştir. Bu yüzden büyükanne, ellerinde kalan bu geleneklerin nesilden nesle aktarılarak devam ettirildiğini anlar. Bu belgelerin yok olmasıyla, Miyamizu ailesinin kadınları diğer insanlarla ruhsal bağlantılar kurmaya devam ederken, bu bağlantıların ne anlama geldiğini veya onları nasıl etkileyeceği hakkında bir bilgileri olmaz. Miyamizu ailesinin ruhsal yeteneklere sahip olduğu aşikârdır. Bu ailenin kadınları fermantasyon (mayalanma) başlatıcı olarak, insan tükürüğü ile pirinç bazlı bir alkol olan ‘kuchikamizake’ oluşturarak kendi ruhlarının ‘yarısını’ tanrılara bıraktıkları bir ritüel gerçekleştirirler. Bu gelenek ile oluşan alkol Miyamizu mabedine götürülür. Bu mabet yıllar önce düşen kuyruklu yıldızın oluşturduğu bir çöküntünün ortasındadır. Büyükanne Hitoha’nın bahsettiği de aslında budur. Yok olan bilgilerde aslında ilk kuyruklu yıldızın düştüğü zamandır ve bu festivaller de bu kuyruklu yıldızın çarpmasının yıldönümüdür. Halk bir olayı kutlar fakat ne olduğunu bilmez. İkinci kuyruklu yıldız da tam olarak festivalin olduğu gün yani ilk yıldızın düştüğü gün tekrarlanmış olur. İkinci kuyruklu yıldızın çarpacağı da aslında bilinmektedir ve nesilden nesle aktarılmaktadır. Yangın dolayısıyla bu belgeler yok olur. Miyamizu ailesinin ruhani güçlere sahip olduğu eserde birçok detaylarda gösterilmektedir. Bu ailenin aksine Taki’nin ailesine dair pek bir bilgi yoktur ve aile bağları eserde detaylandırılmamıştır.

Mitsuha, İtomori adı verilen küçük bir kasabada ailesiyle birlikte yaşamaktadır. Yaşadığı mekân kırsal bir yer olduğundan herkes birbirini tanımakta, birbirinden bir şekilde haberdar olmaktadır. Bu sebeple Mitsuha yaşadığı kasabada özgür ve mutlu değildir. Mezun olduğunda Tokyo gibi büyük bir şehre taşınmak ister. Çünkü kasaba çok küçüktür ve herkesin evi birbirine yakındır. Tren dışında herhangi bir toplu taşıma aracı yoktur; tren de iki saatte bir kez geçmektedir. Marketler akşam dokuzda kapanır, kitapçı ve dişçi yoktur; ihtiyaçlarını karşılayabilecek alanlar yetersizdir. Onun dışında kafe gibi sosyal faaliyetleri karşılayacak bir yer de yoktur. Bu yüzden Mitsuha ve yaşıtlarının yapabileceği faaliyetler kısıtlıdır. Kasabada sadece iki büfe vardır. Onun dışında kasaba sakinlerinin istekleri ve ihtiyaçları önemsenmez.

Taki ise Tokyo’da yoğun bir şehir hayatı olan çocuktur. Bir yandan okur, bir yandan da restoranda çalışır. Kimi zaman okula gitmez ve arkadaşlarıyla kafe ve sinemaya gitmek gibi aktiviteler yapar. Üzerinde baskın olan bir baba figürü yoktur, özgür bir gençtir. Hızlı bir toplu taşıma aracı olan metro sayesinde gitmek istediği yere hızlıca yetişmektedir. Karakterlerin yaşadığı mekânlar tamamen birbirine zıttır. Birinin lüksün ve teknolojinin beraberinde getirdiği pahalılık sebebiyle çalışması gerekirken, diğerinin çalışmasına gerek yoktur. Yapması gereken tek şey dersleriyle ilgilenmektir. Bunun yanında biri yoğun bir şehir hayatı içindeyken, diğeri kasabada daha mütevazı bir yaşam sürmektedir. Mekânsal zıtlık eserde bu şekilde yer bulmuştur.

Beden ve ruh ikilemi üzerinden değerlendirmek gerekirse, Taki ve Mitsuha ergenlik döneminde olan iki gençtir. Cinsel kimlikleri oluşmaya başladığı için dönüşümleri fark etmeleri bu sayede olmaktadır. Taki bir kıza dönüştüğünü, Mitsuha ise bir erkeğe dönüştüğünü cinsel organlarına dokunarak anlamaktadır. Bedenlerinin değişimiyle günlük yaşamları etkilenir. Örneğin; Taki normalde etek giymediği için bir kızın hareketlerine dikkat etmesi gerektiğini veya saçını toplaması gerektiğini düşünemez. Oysa Mitsuha saçını her gün toplar, sadece kızlarla birliktedir. Ancak Taki bu dönüşümde saçları dağınık bir halde okula gider. Erkeklerle birlikte basketbol oynar, giydiği eteği fark etmeden yanlış hareketlerde bulunur. Taki ise her gün okula yemek götürür, öğle aralarında sadece erkek arkadaşlarıyla oturur. Okuldan sonra çalıştığı İtalyan restoranına gider. Ancak Mitsuha, Taki’ye dönüştüğünde okula yemek götürmeyi unutur, onun nerede çalıştığını bile bilmediği için arkadaşlarına danışır. Taki yerine işe giderken daha önce büyük şehirde yaşamadığı için yolunu kaybeder. Restoranda müşterilere karşı naziktir. İş yerinde sergilemiş olduğu feminen tavırlar herkesin dikkatini çeker. Orada çalışan Okudera Senpai’nin yırtılan eteğini dikmesi, kadını oldukça mutlu eder ve şu şekilde karşılar: “Bugün herkes sende bir tuhaflık olduğunu düşünüyordu ama… Ben senin bu halini sevdim. Feminen yanın ön planda” (Şinkai, 2020; 89).

Bedenlerinin değişimi, günlük yaşamlarıyla birlikte düşüncelerini de etkilemiş olan iki genç, hayatlarında bazı sorunlar yaşar. Örneğin; Taki normalde olayların mantıksal yönünü dikkate alırken, Mitsuha onun yerine duygusal kararlar alır. Taki daha çok duygusal yönden sorunlar yaşar. Mitsuha ise, Taki’nin kendi bedenine dikkat etmediğinden yakınır. Birbirlerinin hayatına gerek bedenen, gerek ruhen ayak uydurmaları oldukça zordur.

Geleneksel bir toplumda yaşayan her çocuk anne, babasına ve büyüklerine karşı saygılı olmalıdır. Saygı ve itaat gibi ahlaki değerler, İtomori kasabasında oldukça önemlidir. Mitsuha bu kasabada kardeşi ve büyükannesi ile yaşamaktadır. Büyükanne geleneklere bağlıdır ve bu gelenekleri torunlarına da yaşatmak için çabalar. Büyükanne Tanrıyı çağırma yolundaki akıl hocasıdır ve Mitsuha’ya bu konuda yardımcı olmaktadır. Mitsuha’nın yaşadığı küçük kasabada her yıl belirli ayinler düzenlenir. Bu ayinlerin amacı dini değerlere bağlı kalmaktır. Ergenlik çağına girmiş olan kız çocukları ayinlere katılırlar. İlk kez ayinlere katılan ve sake yapımında görevli olan Mitsuha tüm kasabanın dikkatini çeker. Mitsuha yaşındaki genç kızlar ayinlerde belirli danslarla birlikte sake yapımı gibi kutsal görevlerde bulunurlar. Sakenin Japon toplumunda insan ruhunun bir kısmını içinde barındıran madde olduğuna inanılır. “Pirinç olsun, sake olsun, su olsun… İnsanın vücuduna giren her şey ruhuna bağlanır.” (Şinkai, 2020; 145). Eserde sake yapımının bir gelenek haline geldiğinden bahsedilmektedir.

Eserde de yer alan ve Japon kültüründe büyük bir önemi olan geleneğin ismi “Musubi”dir. Bu gelenekte kırmızı bir iple oluşturulan çeşitli bileklikler vardır. Mitolojide bu ipliğe “Kaderin Kırmızı İpliği” de denir. Kaderin Kırmızı İpliği, Uzak Doğu inançları ve mitolojilerinde geçen bir imgedir. Çin kaynaklı efsanelere göre Tanrılar birbirinin kısmeti olan kişilerin ayak bileklerini kırmızı bir iple bağlar, kişi eninde sonunda kısmeti olan ve bu kırmızı iplikle bağlı olduğu kişiyle evlenir. Japon efsanelerinde kırmızı ipliğin genellikle ayak bileği yerine, eninde sonunda birlikte olacak çiftlerin serçe parmaklarına dolandığına inanılır. Sevginin temsili olan bu kırmızı ip, Yunan mitolojisinde de görülür. Bu ruh eşinden kopma ve onu ömür boyu arama durumu bir iple anlatılmamış olsa da, bu durum farklı bir şekilde ifade edilmiştir.

Aristophanes efsanesine göre “insanlar dört bacaklı, iki yüzlü bir şekilde yuvarlak yaratılmışlar ve yuvarlak bedenleri ile oradan oraya neşe içerisinde yuvarlanırken Zeus’un tapınağına tırmanmak istemeleri Zeus’u kızdırmış ve kılıcı ile bu iki kafalı ve dört bacaklı canlıları ortadan ikiye ayırmıştır. O günden beri de kendilerinin “diğer yarısı” eksik şekilde dünyanın etrafında dolaşarak diğer yarılarını aramaya koyulmuşlardır. Aristophanes birbirinden ayrı olan iki kişi birbirini tekrar bulduğunda, asla ayrılmak istemediklerini ve tekrar “bütün” hissetmek istediklerini iddia eder (Akyıldız, 2021; 5638-5639).

İncelenen eserde de ana karakterler sürekli bir şeyi, bir kişiyi aradıklarını söylerler: “Sabahları uyandığımda ağlıyorum. Uyandığım an ne olduğunu unutuyorum ama sanki bir şey kayboluyor. Durmadan aradığım bir şey sanki” (Şinkai, 2020; 2-3) Günümüzde bile çoğu insan bu efsanede olduğu gibi ruh eşini veya diğer yarısını aradığını ifade eder. Zor olan ise bu her şeyiyle onu tamamlayacak olan ruh eşini bulmaktır. İçindeki eksikliği, boşluğu, tamamlayacak ve seni sonsuz bir mutluluğa ulaştıracağı düşünülür. Eserde bu efsanenin etkisi açıkça gözükmektedir. Büyükannesinin kırmızı iplerle bu geleneği torunlarına öğretmesi, Mitsuha’nın saçını toplamak için sürekli kırmızı bir ip kullanması, Taki’nin bileklik olarak bu kırmızı ipi kullanması gibi örnekler verilebilir. Birbirileri arasında bir bağ olduğu açıkça görülen Taki ve Mitsuha arasında bu kırmızı ip ile bağlantı kurulmuştur. Bu iki genç birbirlerinin vücutlarına geçmeye başladıklarında aralarında bir zaman farkı olduğunu anlamazlar. Mitsuha, Taki’den üç yıl önce bu değişimleri yaşar ve bir gün Taki’yi ziyaret etmek ister, trene atlayıp Tokyo’ya gider. Mitsuha gün boyu Taki’yi arayıp bulamaz, vazgeçip eve döneceği sırada metroda Taki’ye rastlar. Onun yanına gittiğinde Taki, Mitsuha’yı tanımaz.

“Mitsuha: Beni hatırlamadın mı?

Taki: Garip bir kız. Sen de kimsin? Şey… Senin adın ne?

Mitsuha: Benim adım Mitsuha” (Şinkai, 2020; 374-375).

Taki onu tanımamasına rağmen bir yakınlık hisseder. Mitsuha tam metrodan inerken Taki ‘İsmin nedir?’ diye sorar. Kapı tam kapanmak üzereyken Mitsuha saçındaki kırmızı ipi çıkarır ve Taki’ye uzatır. Böylelikle kaderin kırmızı ipi Taki’dedir. Taki ve Mitsuha’yı birbirlerine bağlayan şey kaderdir. Ve bu kader kırmızı ip ile somut bir şekilde okuyucuya gösterilmiştir. Taki’nin tüm bu olanları üç yıl sonra yaşamasına rağmen Mitsuha’nın verdiği kırmızı ipe sahiptir ve bu ipi hiç çıkarmaz. Bu durumda iki karakterin birbirlerini tanımıyorken bile nasıl birbirlerine bağlı olduğunu göstermektedir. Mitsuha’nın büyükannesi olan Hitoha eserde bu örgü iplerini onlara şu şekilde açıklar: “İpliklerin bağlanmasının, insanlar arasındaki bağ ve zamanın akışı gibi anlamları vardır. Bunların hepsi Tanrının güçleridir. Bedeni oluşturmak için bir araya gelir, sarılır, düğümlenir ve bazen de çözülür… Kopar ve yeniden bağlanır ” (Şinkai, 2020; 142-143).

Hitoha, bu örgü iplerinin tanrıların sanatı olduğunu ve zamanın akışını temsil ettiğini ortaya koyduğunu söyler. Bükülürler, dolaşırlar, çözülürler ve tekrar bağlanırlar. Bu iplik ile ruhani olarak bağlı olan iki genç birbirlerinin vücutlarına da geçtiklerinde aslında bedenen de bağlı olduklarını görürüz. Mitsuha’nın, Taki’den üç yıl önce bu değişimleri yaşaması da bu kırmızı ipin zamanı ve ruhlarını temsil etmesidir. Eser boyunca bu ip bükülür, çözülür ve tekrar bağlanır. Bu kırmızı iplerle yapılan ritüel, yaşadıkları İtomori şehrinin gelenekleri arasında yer almaktadır. Bu ipler örülmeye, işlenmeye devam ettikçe Mitsuha’nın şehir ile arasındaki bağ da güçlenmeye devam eder. Mitsuha, Taki’den üç yıl önce ruh değişimlerini yaşadığı için ipi felaketten önce Taki’ye vermiştir. Dolayısıyla İtomori şehri ile oluşturmuş olduğu bağ Taki’ye geçmiştir. Taki de bu ip sayesinde şehir ile bağ kurar ve şehrin kaderini yani geleceği değiştirir. Mitsuha’nın kaderi olan İtomori şehri, Taki’nin bileğindeki ip ile aslında gelecekte var olmaya devam etmektedir. Taki ise Tokyo’nun en işlek yerlerinden birinde yaşamaktadır. Onun ailesinde geleneklere ve ayinlere önem verilmez. Daha modern bir şehirde yaşar ve hayatta kalan tek kişi babası olduğu halde yaşadığı olayları bile onunla paylaşmayı tercih etmez. Ayinlerdense arkadaşlarıyla kafe ve sinemaya gitmek gibi planlar yapmaktadır.

Birbirinden farklı iki yaşam süren Taki ve Mitsuha, modernizmin ve geleneğin iki yansımasıdır. Mitsuha’nın yaşadığı hayat ne kadar geleneksel detaylar içeriyorsa, Taki’nin yaşadığı hayatta bir o kadar moderndir. Mitsuha’nın yaşadığı kasaba olan İtomori’den hoşlanmadığı defalarca belirtilir, bu durum onun modernizme yönelik bir özlemidir. “Bıktım bu kasabadan! Tam şu anda Tokyo’da yaşayan yakışıklı bir erkek olmak istiyorum! Şu an yaşadığımın tam tersi bir hayat arzuluyorum” (Şinkai, 2020; 52-53).

Bu yüzden Mitsuha, Taki’nin bedenine geçtiğinde Tokyo’da olduğu için, modern bir hayatta olduğu için çok heyecanlanır. İtomori’de kendisine uygun olmayan modernitenin içine girer. Okul çıkışı Taki’nin arkadaşlarıyla kafeye gitmesi, onun parasını çeşitli yiyeceklere harcaması, onun telefonuyla etrafın fotoğrafını çekmesi gibi detaylar Mitsuha’nın özlem duyduğu modernizmin içine girdiğini gösterir.

Taki’nin hayatına dair ilk öğrenilen bilgi Tokyo’da yaşamasıdır. Mitsuha’dan farklı bir evde oturan bir çocuktur. Uyanıp mutfağa gittiğinde, babasının tablet gibi teklonojik bir alet kullanması dikkat çekicidir. Babası sabahın erken saatlerinde haberleri izlemektedir. Taki’nin yaşadığı yer doğa olarak da Mitsuha’nın yaşadığı yerden farklıdır. Taki birçok plazaların, apartmanların arasından okula giderken Mitsuha, doğa ile iç içe bir kasabada yaşadığından yeşillerle bezenmiş mekânları görür. Büyük bir şehirde yaşamasından dolayı Taki okula gidene kadar tanıdık kimseyle karşılaşmaz, Mitsuha ise yolu boyunca tanıdık yüzlere selam verir. Mitsuha okula yürüyerek veya bisiklet ile giderken, Taki metro kullanır. Aynı ülkede olmalarına rağmen birbirinden farklı hayatları olan iki gencin, okulları da farklıdır. Taki’nin okulda arkadaşları öğle aralarında dünyaca ünlü popüler markalardan yemek yerken, Mitsuha ve arkadaşlarının böyle bir durumu yoktur. Tokyo’da okul çıkışı arkadaşlarıyla kafeye giden Taki’nin bedenindeki Mitsuha, kafede satılan ürünlerin fiyatlarını görünce şaşırır: “Çok pahalı! Buradaki pankekin parasıyla ben bir ay geçinirim” (Şinkai, 2020; 75). Birçok yemek sipariş eder, söylediği yemeklerin çoğu da evde yiyemediği ve daha önce demediği yemeklerdir. Taki ve Mitsuha’nın yaşadığı iki farklı hayat açıkça gözler önüne serilir. Eserde Taki karakteri modernizmin, Mitsuha karakteri ise gelenekselliğin simgesi olarak yer almıştır. Olumlanan ve olumsuzlanan yanlar her iki tarafta da açıkça ortaya konur.

SONUÇ

Japon kültürünün çizgi romanları olan anime ve onların kitaplar halinde sunulmuş hali olan mangalar günümüzde rağbet görmektedir. Mangalar animasyon ve çizimin yansımasıdır. Bu çalışmada Makoto Şintai tarafından yazılan Senin Adın isimli mangada dikotomik kimlik temsilleri incelenmiştir. İncelemenin başlangıcında kimlik ve dikotomi kavramları açıklanmıştır. İnceleme kısmında mangada bahsedilen fantastik olaylar üzerinden karakterlerin yaşantıları analiz edilmiştir. Çalışma analitik yöntem çerçevesinde ele alınmış, eserden alıntılar yapılarak çalışmada amaçlanan temsiller açıklanmıştır. Bu temsiller, Mitsuha ve Taki isimli iki lise öğrencisinin başına gelen ruhsal ve bedensel dönüşümleri zıtlıklar üzerinden ele almakla olmuştur. Karakterlerin ailelerinin onlar üzerindeki etkileri, yaşadıkları çevre ve arkadaşları, cinsiyetleri ve düşünceleri dâhil olmakla birlikte kimliklerinin temsili aktarılmıştır. Aile kavramı, mekânsal zıtlık, madde- mana (beden- ruh) dönüşümü ve modern- gelenek düalizmi olmak üzere dört başlık üzerinden karakterlerin kimlik temsilleri açıklanmaya çalışılmıştır.

KAYNAKÇA

Akyıldız, S. (2021). Modern İlişkilerin Karanlık Veçheleri: The Lobster Filminde Romantik İdeoloji. Uluslararası Toplum Araştırmaları Dergisi, 17/18.

Aydoğdu, H. (2004). Modern Kimlikte Öznenin Ölümü, Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Dergisi.

Çoruhlu, Y. (2002). Türk Mitolojisinin Ana Hatları. İstanbul: KabalcıYayınevi.

Gleason, P. (2006). “Identifying Identity”, B. Ashcroft, G. Griffiths ve H. Tiffin (Der.), The post-colonialstudiesreader (2nd Edition) (p. 194-196). Oxford:Routledge.

Heyet, C. (1996). “Türklerin Tarihinde Renklerin Yeri”. Nevruz ve Renkler. Haz. Sadık Tural ve Elmas Kılıç. Ankara: TDK Yay. 55-61.

Shiriyeva, A. (2017). 2000’li Yıllar Sonrası Küreselleşme Hareketinin Popüler Kültüre Yansıması: Japon “Manga” ve “Anime”lerinde Kimlik Temsilleri Üzerine Bir İnceleme: Yüksek Lisans Tezi.

Sivri, M. (2003) .Kafka’nın “Babama Mektubu” ve Susanna Tamaro’nun “Öyle Bir Çocukluk (Tek Ses İçin)” Adlı Öyküsünde Kötü Tanımlanmış Çocukların Dramı ve Şiddetin Kaynağı. Çocuk Edebiyatına ve Çocuk Hekimliğine Yansıyan Şiddet Sempozyumu. Eskişehir: Osmangazi Üniversitesi Basımevi.

Şinkai, M. (2020). Senin Adın (Your Name): İstanbul, Gerekli Şeyler Yayıncılık

Taş Alicenap, Ç. (2014). Yerelden Evrensele Japon Anime ve Manga Sanatı. Sanat ve Tasarım Dergisi, 7 (7), 31-60.

Yağbasan, M., Barut, M. (2018). Medyanın Cinsiyetçi Söyleminde Anomik ve Dikotomik Unsurlar: Ayşegül Terzi Örneği, Karadeniz Teknik Üniversitesi İletişim Fakültesi Elektronik Dergisi, 5/15.

Yavuzer, H. (2002). Çocuk Psikolojisi. İstanbul: Remzi Kitabevi.

https://sozluk.gov.tr/ Erişim Tarihi: 05.04.2022 16:09

  1. Makoto Shinkai yönetmen, yazar, yapımcı, animatör, seslendirme sanatçısı, manga sanatçısı ve eski bir grafik tasarımcısı olarak pek çok alanda kendini gösteren çok yönlü biridir.

  2. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ne göre dikotomi, ikileşim anlamına gelmektedir. Bu kavrama etimolojik olarak bakıldığında kökeninin Yunanca olup ‘dichia’ ikili ‘temnein’, kesmek iki eşit parçaya ayrılmak üzere anlamlarına gelmektedir (Yağbasan, Barut, 2018; 7).

  3. Erikson’un “aşamalı oluşum ilkesi”ni Sivri detaylı bir şekilde yorumlamaktadır: Erikson’un ileri sürdüğü “aşamalı oluşum ilkesi”ne göre; her dönem kendisinden sonra gelen dönem için bir basamak oluşturur ve bir dönem önceki dönemlerin etkisi ile biçimlenir. Önceki dönem sonraki dönemlerde gelişecek olan çekirdek özellikleri içinde taşır. Böylece, kişilik gelişmesi, yaşamın ilk günlerinden başlayarak birbiri üzerine binen ve birbirini hazırlayan basamaklardan ilerleyerek oluşur. Aşamalı-oluşum ilkesine göre, her dönemin kendisine özgü gereksinimleri, tamamlanacak görevleri, çözülecek sorunları, duyarlı yönleri ve özgül bunalımı vardır. Normal kişilik gelişmesi bu gereksinimlerin karşılanması, sorunların çözülmesi, görevlerin uygun zamanda tamamlanması, bunalımın atlatılması ile gerçekleşir. Erikson’a göre çocuğun kazandığı ilk toplumsal işlev, örüntü almak, almayı bilmek ve elde etmektir. Çocuk, kendisine veren kişilerden verilmiş olmayı da değerlendirerek, vermek, verebilmek yetisini kazanır. İşte, insan yaşamının en temel davranış biçimi almak ve vermektir. Bu yetiler, almayı becerebilen rahat, sağlıklı bir organizmanın yanında, rahat verebilen bir anne ve toplumun karşılıklı alma, verme işlemleri ile kazanılır. Erikson’un deyimiyle bakım veren anne ya da anne yerine geçen bakıcı ile çocuk arasında bir karşılıklılık bulunmaktadır (Sivri, 2003; 83).

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top