Harry Potter ve Sıradanın Sıradışılığı

Roni Natov

Harry Potter kitaplarını seviyorum çünkü onlar gerçek hayat gibi fakat gerçek hayattan daha ilgi çekici.

—Melissa Stevens, 14

Harry gerçek bir çocuk gibi. Bir büyücü olmasını saymazsak!

—Sarah McKenna, 101

Harry yolculuğuna 11 yaşında başlar ve bu yaş özellikle erkek çocukların, bilhassa İngiltere’de yaşayan erkek çocukların kendilerini yetişkin hayatına hazırlayacak “ciddi” işlerle uğraşmaya girişip bilinçlenmeye başladıkları yaş olarak görülür. Harry 11. yaş gününde bir büyücü olduğunu, aslında sezinlediği fakat pek çok çocukluk bilgisinde olduğu gibi henüz bilincine varmadığı güçleri olduğunu keşfeder. Pekâlâ başından birçok tuhaflığın geçtiğini daha önce de fark etmiştir: Teyzesi saçlarını kırptıktan sonra bir gecede yeniden uzamıştır; kadının ona zorla giydirmeye çalıştığı kazak, o başından geçirmeye çalıştıkça küçüldükçe küçülmüştür. En gülünç olan ise hayvanat bahçesinde yaşananlardır. Harry’nin kuzeni Dudley’nin “Kımıldat şunu” emrine aldırış etmeden uyumaya devam eden kafesteki boa yılanının kendisine göz kırptığına, “korku dolu çığlıklar” arasında kafesten kaçarken tıslar gibi bir sesle “Geliyorum, Brezilya… Sssağol, amigo” (Felsefe Taşı, 30-32) dediğine Harry yemin edebilirdi. Fakat o bunca zaman bütün olan bitenin kendi gücüyle bir ilgisi olduğunu fark etmez. Çoğu yetim çocuk gibi, Harry de herhangi bir güce sahip olduğunu pek düşünmez.

Pek çok yetim kahramanda olduğu gibi, Harry de haddinden fazla hassas, hatta neredeyse tetikte olmak zorundadır. Bu duyarlılığın en büyük nedeni de ona karşı düşmanca davranan akrabalar tarafından yetiştirilmiş olmasıdır. Rowling’in NPR’daki radyo röportajında belirttiği üzere, Harry “yetişkinlerle iletişim” şansına ve “sevgi dolu ebeveynleri veya vasisi olan çoğu çocuğun elde ettiği güvenlik ağı”na sahip olmadığı için, seçimlerini kendi başına yapmak zorundadır.

Bu durum uç bir örnek gibi görünse de, esasında bir zamanlar bütün çocukların hissetmiş olduğuna inandığım şeyi özetliyor: Çocuk kendini adaletsiz bir ebeveyn, buna bağlı olarak adaletsiz bir dünya karşısında bir başına bırakılmış, onaylanmamış, takdir edilmemiş, görülmemiş ve işitilmemiş hisseder. Adalet ve adaletsizlik, dünyaya dair ilk algımızı çoğunlukla fark ettirmeden zihnimize kazıyan çocuk edebiyatında nüfuzunu koruyan kavramlardır. “Ama bu haksızlık” cümlesi çocukluğumdan çıkagelen ve bugün bile kulaklarımda çınlayan bir tabir. E. B. White’ın sevilen klasiği Örümcek Ağı’nın ilk cümlesini hatırlıyorum: “Babam elinde balta ile nereye gidiyor?” White’ın kahramanı Fern, yetişkinlerin, çocuk duyarlılığına en yakın canlılar olan hayvanlara karşı sergiledikleri Darwinci muameleye itiraz eder. “Ama haksızlık bu! Küçük doğmuş olması onun suçu değil ki! Ben çok küçük doğsam…” diye isyan eder, “beni de öldürecek miydiniz? (9-10).”

Düşünün ki daha bebekken ailenizi kaybetmekten daha adaletsizce ne olabilirdi? Yetim arketipi, adaletsiz dünyayla başa çıkmayı henüz çocukken öğrenmeyi içerir. Jane Eyre’ın on yaşındayken, yengesinin ve kuzenlerinin elinde uğradığı haksız muamelenin farkındalığıyla duyduğu acı da buna örnek verilebilir. Harry de Viktorya dönemindeki öncelleri gibi bir tür “her çocuk”tur ve kendi güçsüzlüğünde savunmasız haldedir; fakat güçlü yönlerini keşfetmeye başladıkça dünyaya yeni bir yaşam kaynağı salar. “Kendi hayatımın kahramanı olabilecek miyim? Yoksa bu yeri bir başkası mı alacak? Bu sayfalar gösterecek bunu.” (9) cümleleriyle hikâyesi başlayan Dickens’ın “gözde çocuğu,” yetim kahraman David Copperfield gibi, Harry de kendi hikayesinin çocuk kahramanı olur. Harry Potter hikayeleri, çocuğun kendi hikâyesinin ana karakteri olarak ilk bilinçlenme ve kendisiyle ilgili tekil meşguliyet halinden, kendi gücünü algılamaya ve daha büyük bir topluluğa karşı sorumluluk bilincine geçişini kronolojik olarak verir.

Harry “son derece normal” (Felsefe Taşı, 9) olmakla gurur duyan Dursley ailesi tarafından büyütülür; bu durum da hikâyenin alışılmadık, hatta tuhaf olanı göstereceğinin işaretidir. Rowling’in öne sürdüğü üzere Harry, toplumdan dışlanmama ve birey ile toplumun zenginleşmesi için gerekli olan normalliğe karşı direnç gösterecektir. Matkap üreten Grunnings şirketinin yöneticisi olan Bay Dursley, acımasız, “boynu yok gibi, iri yarı bir adam” (9) dır. Aynı derecede çirkin olan eşi Bayan Dursley “zayıftır…olağanın iki katı uzunluğunda bir boynu vardır…bu da komşuları gözetlemekte pek işine yaramaktadır” (9). Bu kişiler, iki ebeveyninin de öldürülmesi ve kendi hayatına da kastedilmesi sonrası “sağ kalan çocuğun” bakımıyla yükümlülerdir. Çocuğun baş etmek zorunda olduğu birçok haksızlık vardır: Yarı aç yarı tok ve eski püskü kıyafetlerle merdiven altında yaşamaktadır, “yaşına göre ufaktır, çok da cılızdır…taktığı yusyuvarlak gözlük dünyanın seloteybiyle tutturulmuştur, Dudley yumruğu hep burnuna yapıştırır çünkü” (24). Dursleyler çocuğu psikolojik açıdan istismar ederler; çocuklara nasıl davranılmaması gerektiğine dair bir model oluştururlar. Harry’ye “sanki kendisi orada yokmuş gibi – ya da söylenenlerin zaten farkına varamayacak iğrenç bir şeymiş, bir sümüklü böcekmiş gibi” (26) davranırlar. Temel bir çocuk hakları ilkesini ihlal ederek Harry’nin doğumuyla ilgili gerçeği ondan saklarlar; bu olgu, Rowling’in, çocukları hakları olan bireyler olarak gördüğünün pek çok işaretinden biridir. Dursleyleri “onun soru sormasından daha çok sinirlendiren bir şey varsa, o da herhangi bir şeyin olağandışı davranışlarıyla ilgili konuşmasıydı; konu ister düş, ister çizgi film olsun” (29). Burada Rowling, çocukluğun hayal gücünün üstünlüğünü ve çocukların sorgulama ve hayal kurma ihtiyacını vurgular. Bu yüzden Harry’nin uçan bir motosiklet hayal etmesi, onun havada oynanan bir tür futbol oyunu olan Quidditch’te elde edeceği başarının ve geleneksellik zincirini kırarak gerçekleştireceği yükselişin habercisidir. Normal, Muggle (büyü-dışı) okulu, “daha sonraki yaşamları için iyi bir eğitim” [-miş gibi], çocuklara “başları topuzlu bastonlar” (35) kullanmayı öğreten bir sistemdir. Harry bu okulda, “sıska bir çocuk olan ve suratı sıçana benzeyen” ve “Dudley’nin yumrukladığı çocukların ellerini arkalarından tutan” (27) Piers ve Dudley’nin diğer “normal” arkadaşlarının zorbalığına uğrar; çünkü o farklıdır; yetimdir; Dudley’nin “buruşuk fil derisi giymiş gibi” (36) görünen eski, küçülmüş okul üniformalarına muhtaçtır. Merdiven altındaki karanlık dolabının haricinde Harry hiçbir yerde güvende değildir. Ayrıca hiçbir yerde sevilmez; bu da bütün yoksunlukların telafisi için ihtiyaç duyacağı sihirli güçlerin bir an önce ona bağışlanması gerekliliğini beraberinde getirir.

Harry’nin Muggle dünyasındaki cılız görünüşüne ve zayıf konumuna ters düşen şey alnındaki şimşek biçimli yara izidir; bu iz, benzersizliğine olan düşmanlığa karşı koruma amaçlı olarak, Kabil gibi, onu da damgalar. Harry’nin en savunmasız olduğu zamanlarda, yara izi acı verici şekilde yanar ve tehlikenin yaklaşmakta olduğuna dair onu uyarmaya yarar. İlk bölümün sonunda, Harry’nin yine savunmasız kaldığı pek dokunaklı bir sahne yaşanır: Harry “özel biri olduğunu bilmeden, ünlü biri olduğunu bilmeden” cenin pozisyonunda kıvrılmış uyumaktayken, “o anda ülke boyunca gizlice toplanıp kadeh kaldırıyordu insanlar, ‘Harry Potter’a,’ diyorlardı fısıltıyla, ‘sağ kalan çocuğa!’” (Felsefe Taşı, 22).

Harry, çocukların sıklıkla yaşadığı bu adaletsizlik durumunu, çoğunlukla toy bir korku ve öfke olarak içinde tutar; bunun altında, doğuştan gelen sevgi ve korunma hakkının bu denli erken ve uzağına sürgün edilmenin üstesinden gelecek olağanüstü güçlere sahip olma arzusu yatar. Başına gelen her şeyin doğası gereği anlamlı olması dışında, her çocuğun kendisini özel olarak deneyimlediği açıktır. Dünya onun etrafında döner; her an, henüz keşfedilmeyen yerlerin, o ilk anın potansiyel enerjisiyle yüklüdür. Çocuk bilinçli hale geldikçe, içsel dünya, zihne kaydedilen, içselleştirilen ve kafa yorulan deneyimin olağanüstülüğünün tanıklığına hizmet eder. Bu bilinçle birlikte, bu deneyimi başkalarıyla kısmen de olsa paylaşabileceğinin, nihayetinde her çocuğun bu büyük, kalabalık gezegende sıradan bir insan olduğunun kabulü gelir. Bir gece kasabada yıldızlara bakarken aniden içinde hem korku hem de rahatlama barındıran bir aydınlanma yaşadığımı hatırlıyorum. Benim aydınlanmam dünyadan sorumlu olmadığımı anlamamla birlikte aslında ne kadar küçük ve önemsiz olduğumu fark etmemle gerçekleşti. Oynamam gereken küçücük bir rolüm vardı, dünya ben var olmadan çok önce de vardı ve ben yok olduktan çok sonra da var olacaktı. Daha sonra hatırladığım, sıradanlığımın bana bir bakış açısı sunduğu ve özel olma ihtiyacımı iyice belirginleştirdiğiydi.

Harry Potter serisi, körleşmiş Dursleylerin “kahverengi bir baykuşun pencerenin önünden kanat çırparak geçtiğini” fark etmediği bir anda, ışığın ve büyünün sıradan dünyadan içeri sızmasıyla başlar. Bay Dursley “garip bir şeyin ilk belirtisini fark etti, sokağın köşesinde haritaya bakan bir kediyi;” fakat “bir ışık oyunuydu olsa olsa” diye düşündü ve “kediyi kafasından çıkardı” (Felsefe Taşı, 10). Daha sonra “çevrede garip giyimli bir sürü insan fark etti. Pelerinli insanlar.” (10). Ve “bazılarının hiç de genç olmadığını görünce küplere bindi” ve en sonunda “bir şey için para topluyorlar” diye düşünerek onları boş verdi ve artık “aklında matkaplar vardı sadece” (11). “Baykuşların güpegündüz süzülerek geçtiğini” o fark etmedi ama “aşağıda, sokaktaki insanlar gördüler bunu, ağızları açık, birbiri ardı sıra tepelerinde süzülen baykuşlara baktılar, onları parmaklarıyla gösterdiler” (11). Rowling, gececil hayvanların parlak ışık altındaki ürkütücü görüntüsünden hareketle, dünyanın büyüsüne verdikleri tepkiye göre üç grup insan tanımlar: Dursleyler; yaratıcı, yeni ve öngörülemeyen her şeye düşman olan grubu temsil ederler. Baykuşları fark eden fakat onların büyülü atmosferinden uzak olan Mugglelar gelenekçi merkezi temsil ederler. Gümüş rengi “saçı da sakalı da kemerine sıkıştıracak kadar uzun” olan ve “uzun giysiler, yerleri süpüren mor bir pelerin, uzun topuklu, tokalı çizmeler” (15) giyen Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu Müdürü Profesör Dumbledore ile kedi suretinden kadın bedenine geçebilen ve “tıpkı kedinin gözlerinin çevresindeki çizgileri andıran” (16) bir gözlük takan Bayan McGonagall ise büyü ve haşmet dolu çocukluk dünyasını temsil ederler.

En popüler çocuk fantezilerinde, büyülü dünya günlük hayattan tamamen ayrıdır. Örneğin C. S. Lewis’in Aslan, Cadı ve Dolap’ında doğaüstü güçlere giriş, İkinci Dünya Savaşı bombardımanları sırasında garip bir evin arkasındaki bir gardıroptan gerçekleşir ve çocuk kahramanların yeni baştan hayal edilmiş ve canlandırılmış bir Hristiyan diyarına kaçışını temsil eder. Madeleine L’Engle’un Zamanda Kıvrılma’sı ve ardından gelen eserleri Kapıdaki Rüzgar ve Zamanı Bükülen Gezegen’de büyülü dünya, bilim kurgu ve L’Engle’un güçlü dini mecazi göndermelerine uygun olarak tanrısaldır. J. R. R. Tolkien’in Hobbit’i ve Yüzüklerin Efendisi üçlemesi tamamen sihirli bir dünyada geçer ve gerçek dünyaya karşı bir sığınağı, bir alternatifi temsil eder.2

Rowling, insanların kendisini sık sık karşılaştırdığı kendinden önceki yazarlar Lewis ve Tolkien’in dehasına değinmiş; fakat NRP’a verdiği radyo röportajında kendisinin “biraz farklı bir şey yaptığını”3 iddia etmiştir. Hikayeleri iyi ve kötü güçler arasındaki olağan küresel savaşı içeriyor olsa da, Rowling’in esasında gerçek dünyayı anlatırken en güçlü haline bürünen bir roman yazarı olduğuna inanıyorum. Harry’nin de psikolojisi vardır ve sorunlarının gerçek dünyada çözülmesi gereklidir. O zamana kadar evde huzur bulamamış gerçek bir çocuk olduğu için, doğaüstü güçlerin hüküm sürdüğü Hogwarts Cadılık ve Büyücülük Okulu’nda kendi güçlerini keşfetmekte daha özgürdür. Rowling’in hikayelerinde iki dünyanın iç içe geçirilmesi, çocuklukta daha baskın olsa da yalnızca o dönemde değil, hayali yaşam ile gündelik hayatı bilincimizin içine girip dışına çıktığı birden fazla düzlemde nasıl yaşadığımızı ortaya koyar. Edebiyatta romantizm ve realizm türlerinin simgesi olan iki alem, daima gündelik hayatın detayları ile yaratılan ve temelini bunlardan alan hayal gücünde kendine yer bulur. Hayal dünyasında ayaklarımız daima yere basar; bilinçdışı hiçbir şey icat etmez ya da Freud’un dediği gibi “Ruhani yaşamda hiçbir şey rastgele değildir, hiçbir şey belirsiz değildir.” Bilinçdışına dayanan fantastik tür, dönüştürülmüş ve maskelenmiş olabilse dahi, gündelik hayatın sağlam ve kaçınılmaz bir şekilde yeniden yapılandırılmasıdır. Wordsworth ve Coleridge Lirik Baladlar için yaptıkları planlamada iki dünyanın varlığına ve birbirine bağlanışına duyulan ihtiyacı fark ettiler ve Coleridge bunu şu sözlerle dile getirdi:

Çabalarım, doğaüstü veya en azından romantik kişilere ve karakterlere yönelik olmalıdır –hiç değilse, şiirsel inanç teşkil eden o ana dair inançsızlığın bu hayal gücünün gölgeleri için gönüllü olarak askıya alınmasını hasıl etmeye yetecek insani ilgiyi ve gerçeğin suretini içsel doğamızdan aktarmak için…[Wordsworth] zihnin dikkatini geleneklerin uyuşukluğundan uyandırıp önümüzde duran dünyanın güzelliğine ve harikalarına yönlendirerek, her gün gördüğümüz şeylere yeniliğin cazibesini katmaya ve doğaüstüne benzer bir duygu uyandırmaya çabalardı. Bu güzellikler esasen bitip tükenmez bir hazine; fakat bizim görmeyen gözlerimiz, duymayan kulaklarımız, hissetmeyen ve anlamayan kalplerimiz var. (Biographia Literaria 531)

Harry Potter kitaplarında sihir, sıradan yaşamın haşmetine ve mucizelerine dikkati çeker. Rowling, sıradan nesnelerin önemini ustaca abartır ve artırır. Örneğin, Hogwarts’ta “Duvarlar eski müdürler ve müdirelerin portreleriyle doluydu, hepsi çerçevelerinde tatlı tatlı kestiriyordu” (Sırlar Odası, 192). Kitaplar ısırır ve kavgaya tutuşur; “Hiddetle güreş tutmuş olan kitaplar boğuşuyor, birbirlerini kapmaya çalışıyor” (Azkaban Tutsağı, 54); bu da Carroll’ın Harikalar Diyarı veya Aynanın İçinden’ini anımsatan Kitapların Savaşı ya da diğer münazara edebiyatı kitaplarına dair edebi bir latifedir. Sihirli değnekler, görünmezlik pelerinleri, mevcut yolculukları o esnada yeniden üreten ve aynalayan haritalar (sanal gerçeklik teknolojisi gibi) ile birlikte, çocuk kültürüne ait şeyler—şeker gibi ikramlar veya vücut sıvılarıyla ilgili şakalar gibi çocukların kendilerine has mizahı—öne çıkar. Bazı çocuk okuyucuların Hogwarts’taki hayatla ilgili en sevdikleri şey; içinde ıspanak, ciğer, işkembe, çimen, sardalya, kusmuk, kulak kiri ve hatta “umacı tadında bir şekerleme bile” (Felsefe Taşı, 96) içeren Bertie Bott’un Bin Bir Çeşit Fasulye Şekerlemesidir. Kelimelerin kendisi dilin büyülü gücünü yalnızca ifade etmek için değil, çağrıştırmak ve akla getirmek için de kullanılır. “Domuz burnu”, “elemterefiş”, “aşağılık küstah” gibi parolalar dilin hem zenginliğini hem de gizemini ortaya koyar. Karakterlerin isimleri gereğine uygun imalarla doludur ve davetkârdır. Moore’un dikkati çektiği üzere:

Tıslama sesini andıran isimler vardır: Slytherins, Snape, Severus, Sirius ve Scabbers. H harfiyle başlayan isimler ise kahramanlık çağrışımı yapar: Hogwarts, Hedwig, Hermione ve Hagrid. F sesine sahip isimler ise genellikle hoş olmayan tiplere aittir: Filch ve Flitwick.

Alison Lurie ise şunları der:

Birçok halk masalında olduğu gibi, bir karakterin kişilik özelliklerini genellikle isminden anlayabilirsiniz ve “Voldemort” hırsızlık, çürüme ve ölüm fikirlerini akıllıca birleştirir. Öte yandan, Harry Potter ismi, yalnızca hüneri çağrıştırmaz; aynı zamanda İngiliz Edebiyatı ve İngiliz tarihine de atıfta bulunur: Shakespeare’in VI. Henry eserindeki cesur, çekici ve atılgan kahramanları Prens Hal ve Harry Hotspur; çekici ve atılgan klasik kahraman Peter Rabbit’i yaratan Beatrix Potter.

Harry hem sıradan hem de sıradışı olanı bünyesinde barındırdığı için, yaşadığı şeyler hem gerçekçi hem de romantik unsurlar içerir. Arayış içindeki diğer kahramanlar gibi, Harry de her biri gittikçe daha zor hâle gelen bir dizi sınavla kendini kanıtlamalıdır. Joseph Campbell, kahramanın yaşam döngüsünün, özellikle bilincin gelişimi ve kimliğin keşfi olmak üzere, yaşam evreleri boyunca gerçekleştirilen devimsel harekete nasıl karşılık geldiğini fark etmiştir. En basit kahraman hikayeleri olan masallar bile, her erkeğin, kadının, çocuğun yaşam mücadelelerinin karmaşıklığını dramatikleştirir. Örneğin, hem Perrault hem de Grimm Kardeşler’in en erdemli, Hristiyanlaştırılmış ve evcilleştirilmiş kadın kahramanı olan Külkedisi, iyi masal perisinin isteklerine karşı çıkmalıdır (elbette böyle yaptığının farkına varmadan). Prensin gelip onu bulması ve hak ettiği yeri geri kazanması için gece yarısından önce balodan ayrılmayı kabul etmemesi gerekir. Bu masal, kahramanın geleneği sürdürme ve evrimin gerçekleşmesi için onu yıkma konusundaki çelişkili mücadelesini tasdik eder. Bazı tabular yıkılmalı, bazı sınırlar aşılmalıdır —bu, kahramanın arayışının merkezinde yer alır. Lurie’nin de belirttiği üzere kendisi de bir tür Külkedisi olan Harry, Hogwarts’da düzeni ve onun temel değerlerini korumak için belli başlı kuralları yıkmalıdır. Çocukluk masalları, çocuğun en erken döneminin çok önemli bir yönünü, oyunun ve hayal gücünün merkezde oluşunu tasvir eder; bunlar çocuklukta öne çıkmasına rağmen, genellikle yetişkinliğe giden yolda kaybolur. Tembel çocuk Jack’in annesinin isteğini yerine getirmeyi reddettiği ve ineği para karşılığı satmayı “unuttuğu”, bunun yerine sihirli fasulyelerin büyüsüne kapıldığı “Jack ve Fasulye Sırığı”nı bir düşünün. Masal, göğe (dünya üzerindeki dünya) yolculuk etme ve yetişkinlerin parayla alakalı dünyevi sorunlarını, sürekli yenilenen para ve güce ulaşma yolu olarak altın arp, tavuk ve tavuk yumurtası çalarak çözme hakkını verir; bu tür bir güç ve parayı, inek satarak elde etmenin mümkün olamayacağı kesindir. İnekten kazanacağı üç beş kuruşu tükettikten sonra, çocuk elde kalan diğer şeyleri satmak için kaçınılmaz olarak tekrar pazara çıkacaktı; bu da ancak daha az gelirle eve dönmek anlamına gelecek ve onu bir fakirlik döngüsüne sokacaktı; bu döngüde nasıl ki çocukların yetişkinlerin otoritesini alt etme gücü mevcut değilse, fakirin de bu fakirlik döngüsünden kurtulma gücü yoktur. Bu hikayedeki sihirli fasulye, çocuğun çözmesinin mümkün olmadığı ancak hikâyede belirtildiği gibi çözebilmeyi hayal edilebileceği gerçek sorunlardan kurtulmayı temsil eder. Sihir, hayal gücünü somutlaştırır; sadece çocukların değil, tüm insanların başarabilme yetisinin ötesinde olanı temsil eder. Çoğu zaman, gözümüze devasa görünen sorunlardan kaçmak veya onları çözmek için olanaklar yaratmadan çok önce, o olanakları tasavvur edebiliriz. Bu durum özellikle çocuklar için geçerlidir.

Harry’nin doğaüstü güçleri, çocukları sınırlarını aşan hayaller kurmaya teşvik eder: Keşke başkaları beni görmeden ve duymadan ben onları görüp duyabilseydim; keşke uçabilseydim; keşke başkasının aklını okuyabilseydim. Harry sihirli peleriniyle görünmez olabilir; Nimbus 2000 model yarış süpürgesiyle uçabilir; hatta dördüncü kitapta, Dumbledore’un dışarı akıtılmış düşüncelerinin içine girebilir. Her çocuk gibi, Harry de birçok çocuğun arasında sıradan bir çocuktur; bu olgu sınıf arkadaşlarının da kendisi gibi sihirbaz olduğu gerçeğiyle hikâyede tasvir edilir. Her ne kadar Quidditch oynamakta iyi olsa da, okul ödevlerinde sıradan bir öğrencidir; ayrıca başkalarıyla ilişki kurma veya başkalarını anlama konusunda da başarılı değildir. Rowling’in kendini en çok özdeşleştirdiği karakter olan Hermione Granger4, Harry’den daha zeki ve duyarlıdır. Hermione adalet duygusu en gelişmiş karakterdir; Harry her ne kadar ev cini Dobby’yi azat etmiş olsa da, ev cinleri efendilerine “gülümseyerek, eğilip selam vererek, reverans yaparak” (Ateş Kadehi, 342) karşılıksız olarak hizmet ederlerken, yalnızca Hermione onların üzerindeki baskıyı anlar. Rowling’in dehasının bir kısmı, serinin başlangıcından sonuna dek 10 yaşından 17 yaşına gelip büyüyen sıradan bir çocuğun gelişimi hakkında hikâyeler yaratmasından kaynaklanır. Aralık 1998’de Rowling, “hormonlarının da devreye girmesiyle” her yıl bir kitap çıkacağını açıkladı. Toplumsal cinsiyet Rowling’in vizyonunu o kadar etkiler ki Rowling, okulda ve evde geçen masalların dişil kahramanı ile erkek anlatıcıyı harmanlayacak olur. Bu hikâyeler ilişkiseldir, psikolojik nüanslarla doludur; bu anlamda gerçekçidir.

NPR radyo röportajı sırasında bir çocuk, Rowling’in Harry’nin ailesini geri getirip getiremeyeceğini sormak için aradı. Rowling saygı ve üzüntüyle, bunu yapmasının mümkün olmadığını söyledi. “Ölmüş insanları geri getiremezsin,” dedi. Karakterlerin gerçekçiliğini korumak onun için önemli olduğundan, sihrin yapabilecekleri ve yapamayacakları konusunda bir sınır koymak zorundaydı. Büyülü olanlar bile, büyülü özelliklerinin yanı sıra insani özellikleriyle tanımlanır. Böylece gerçek dünya, iki alem arasında gidip gelebilen bu karakterler tarafından bir nebze de olsa aydınlatılır. Örneğin, Hogwarts’taki öğretmenler yaratıcı ve şefkatli olabilir; fakat aynı zamanda ukala, kibirli, ahmak, hoşgörülü, tembel, korkak ve ürkütücüdürler. Öğrenciler zeki, kibar, zayıf, zalim, züppedir. Dersler – gerçek hayattaki en iyi ve en kötü okullarda olduğu gibi – ilham verici ve sıkıcıdır.

Harry’nin Hogwarts’ın büyülü dünyasındaki rehberi çocukluğumuzun peri masallarında geçen bir devi andıran, müjdeli haberi getiren, gerçek hayatta rastlanamayacak bir figür olan dev Hagrid’dir. “Kim olduğunu bilmiyor musun? Harry – sen bir büyücüsün.” (Felsefe Taşı, 50-51) der Hagrid. “Sıradan bir adamın yaklaşık iki katı kadar uzun, en az beş katı kadar da şişmandı. Dudak uçuklatacak kadar iri ve yabaniydi – çalıya benzer siyah uzun saçlarıyla sakalı yüzünün büyük bölümünü örtüyordu, çöp bidonu kapakları büyüklüğünde elleri vardı, deri çizmeli ayakları yunus yavrularına benziyordu. (Felsefe Taşı, 20). Ayrıca dikkatsizdir, çok fazla içki içer, Hogwarts’ın güvenliğini tehdit eden ejderhalar ve Patlar-Uçlu Keleker gibi tuhaf ve grotesk yaratıklara karşı duygusal ve hoşgörülü tavrıyla insancıldır. Bu yaratıklar bile yaratıcı yazının iki yönünü ortaya koyar: Ejderhalar, ateş püskürten efsanevi yaratıklar olarak tanımlanabilir; ancak burada Rowling onları farklı, neredeyse gerçekçi kılar:

Bebek ejderha masaya düştü. Pek güzel olduğu söylenemezdi; Harry kırık, siyah bir şemsiyeye benzetti onu. Kılçıklı kanatları, incecik simsiyah bedenine göre çok büyüktü, geniş delikli uzun bir burnu, boynuzları, patlak, turuncu gözleri vardı (Felsefe Taşı, 208).

Sümüklü böcek benzeri ve sümüksü olan Kelekerler de boyutlarından ötürü efsaneleşirken, ayrıntılı bir şekilde betimlenir. Burada, iki uç arasında gidip gelme, gerçekliği aydınlatmak için çocukluğun hayal gücünün ne kadar önemli olduğunu gösterir.

Kitapta maceraların çoğu, çocukluk ve yetişkinlik arasında yer alan bir geçiş dünyası olarak görülen okulda gerçekleşir. Burası, çocuk kahramanın cesaretini sınayan bir eşiktir ve tüm eşiklerde olduğu gibi “henüz bilinçli olmayanı”5, henüz var olmayanı, olasılığın kendisini ve şansı temsil eder. Eve de Muggle okuluna da hiçbir zaman uyum sağlayamayan, arkadaşlığı ve onunla bağlantılı şeyleri—sadakat, rekabet, akranlar arasında bir yer edinme—hiçbir zaman deneyimleyeme şansı bulamayan Harry’yle ilgili cevaplanması gereken bir soru vardır: Evinden bu kadar uzaktaki bir evde nasıl başarılı olacaktır? Özellikle de evdeyken hiç evindeymiş gibi hissedememişken?

İnsanları Hogwarts’a götürecek olan treni Platform 9-3/4’e, 9 ve 10 numaralı platformların arasına yerleştirmek, bu hikayelerin dünyaya bağlı alem ile büyü alemi arasındaki merkezi konumunu pekiştirir. Harry 9 ve 10 numaralı peronlar arasından kendini gerçek dünyanın sınırlarının ötesine taşırken, hayal gücünün gerçek hayat problemleriyle karşı karşıya gelmesi gibi, birey sağlam bir bariyer gibi görünen bir engeli aşarken de vücudunun şoka, zihninin ise inanmamaya karşı hazırlıklı olduğunu içgüdüsel olarak hissedebilir. Okul ve okulda kullanılan eşyalar, çocukluğun hayal gücünü ve çocukların gerçek endişelerini özetler. Büyücü dünyasında her şey sihirle donatılmıştır; örneğin bankanın girişinde dünyevi kaygılar olan açgözlülük ve züppeliğe karşı verilen bir uyarının etkisi, tabeladaki şiirsel dil ile artırılır: “Gir bakalım, yabancı, ama dikkat et, sakın Kendini koyverip de hırsa kapılmayasın (Felsefe Taşı, 69). Rowling’in, sınıf sisteminden, onun bölücülüğünden, ayrıcalıklı olmanın olumsuz potansiyelinden tiksindiğini gösteren birçok belirti vardır. Ailesinin sahip olduğu azıcık şeyi altı kardeşiyle paylaşmak zorunda olan Ron Weasley ve bir Muggle ile bir büyücünün ırksal olarak melez kızı Hermione’nin en baştan Harry’nin en iyi arkadaşları olmaları gibi, benlik duygusu babasının parası ve sosyal konumundan faydalanmaya dayanan sivri çeneli solgun yüzlü çocuk Malfoy da daha en baştan onun düşmanı olarak belirlenmiştir.

Hogwarts, gerçek hayatın tüm saldırgan ve rahatsız edici yönlerini içerirken—aslında seçkinciliğini ve küçük güç mücadelelerini yansıtmaktadır— aynı zamanda hayretlerle dolu ve mizah yüklü bir dünyadır. Örneğin, öğrencilerin okuması gereken kitaplar komik eşleşmelerle doludur: Phyllida Spore tarafından yazılan Bin Büyülü Bitki ve Mantar, Newt Scamader’ın yazdığı Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar gibi kitaplar. Sihirli Seçmen Şapka her öğrenciyi uygun olduğu evle eşleştirir (Harry ve arkadaşları cesaretlerinden ötürü Gryffindor evine yerleştirilir) ve asalar karışık olarak sahiplerine dağıtılır. Harry’nin asasının teleğini sağlayan anka kuşunun, aynı şeyi Voldemort yani “Harry’de o izi bırakan kişi” (Felsefe Taşı, 81) için de yaptığı söylenir çocuğa; bu durum, Lucifer’ın Tanrı’nın cennetten kovulmuş meleği olması gibi, Harry’yi düşmanına bağlar. Kitaplarda buna benzer pek çok karanlık nokta vardır. Bununla birlikte, bu olgu, çocukluk ve insan gelişimiyle ilişkili psikolojik karanlıkta daima kendine yer edinir: öfke, kayıp, ölüm, keder, korku ve arzu duygularıyla birlikte. Başlangıçta Harry özel güçleri olduğunu öğrendiğinde sevinmiş olsa da, bir yandan da paniğe kapılmış ve şaşkına dönmüştür. Hagrid seçilmiş kişi olmanın kolay olmadığını belirtir ve Harry de şu sözlerle isyanını dile getirir: “Herkes özel biri olduğumu düşünüyor… ama büyü konusunda hiçbir şey bilmiyorum… Ünlüyüm, neden ünlü olduğumu da bilmiyorum.” (Felsefe Taşı, 81-82). Gücünden korkmaktadır, arzularını nasıl kontrol edeceğinden emin değildir, ona bağışlanmış yetenekleri nasıl akıllıca anlamlandırıp kullanacağını bilmez; her çocuk gibi Harry de kendisine kılavuzluk edecek birine ihtiyaç duyar.

Rowling, sürece eşlik eden duygu durumlarına ilişkin net açıklamalardan faydalanarak, çocuklara yönelik düşünceli, cesur ve ahlaki davranışlar için örnekler sunmada ustadır. Daha derin düşünme anları, bu sürükleyici kitapların yüksek temposunda küçük molalar olarak görev görür. Bana kalırsa en iyi gizem, macera ve aşk hikayeleri, nefes almadan ilerleyen anlatının atılgan temposu ile içe dönmek için alan ve zaman sağlayan sakin boşluklar arasında bir uzlaşma sağlar. Bu uzlaşma, kitap bittikten sonra da hayatımızda hatırlanmaya değer veya düzeltilebilecek şeyler olduğunu bize göstermek için vardır. En iyi yazarlarımızda olduğu gibi, Rowling bu karşıt alanları o kadar kusursuz bir şekilde çizmektedir ki olay ve anlamı incelikle aydınlatılmış bir şekilde, bu karşıtlıklar sanki her zaman oradalarmış, yan yana duruyorlarmış gibi görünür.

Serinin ilk kitabı Harry Potter ve Felsefe Taşı’nda, Harry, Kelid Aynası’nın (çocukların, arzuyu temsil ettiğini anlamalarını sağlamak için iyi gizlenmemiş) önünde durduğu ve hayatında ilk defa ailesini gördüğü sahnede, “büyük bir acı duyuyordu içinde – yarı sevinç, yarı hüzün” (186). Arkadaşı Ron’un ise “yüreğinin derinliklerinde yatan tutkusu, isteği” (190) doğrultusunda, kendisini Okul Temsilcisi olarak aynada görmesi o kadar etkileyicidir ki. En büyük arzusu diğer beş kardeşi ile Harry’nin arasından sıyrılmak olan Ron da, geçmişini gördüğüne kendini inandıran Harry gibi, kendi geleceğini gördüğünü varsayar. Oysa Dumbledore’un belirttiği gibi, bu ayna “bizi bilgiye, doğruya götürmez” (190). “Gösterdiklerinin gerçek olmadığını bilmeyenler” (190) onun önünde akıllarını kaçırabilirler. Dumbledore, “Düşler dünyasına dalıp gerçek dünyayı, yaşamayı unutmak doğru değildir… Günün birinde karşına çıkarsa da, hazırlıklı ol.” (190) diye uyarır Harry’yi. Rowling, esasen, sirenlerin sesine karşı dikkatli olması ve bu seslerden sakınması gereken Odysseus’un büyük sınavını alıp çocuklar için yeniden tasarlamıştır. Özünde Rowling’in iddia ettiği şey, arzunun hem davetkâr hem de tehlikeli olabileceğidir. Çocuklar, hangi düzeyde olursa olsun, arzunun karmaşıklığını anlamalıdır. Rowling, çocukluk arzusunu hiç de küçümsemez. Bu küçük kinayeyi, kimlik arayışının o aynaya yansıması fikriyle sunar: Harry ailesini arkasında görür ve kendisine benzeyen insanların ona gülümsediği ve el salladığı o görüntüye tekrar tekrar dönmek ister. Her ne kadar olay dönüp dolaşıp temel kimlik sorunu ve vaat ettiği korumaya dayansa da, bu sahne Harry’nin daha derin ve karanlık bir kavrayış kazandığı diğer sahneler için hazırlık görevi görür.

Ayna, en çok arzuladığımız şeyi yansıtıyorsa, aynı zamanda bu arzuya eşlik eden korkuyu ve onu doğuran kaybı da beraberinde getirir. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda Rowling, “her birimizin en çok korktuğu şeyin” (Azkaban Tutsağı, 126) şeklini alan Böcürtlerden başlayarak bu korkuya odaklanır. Karanlık Sanatlar öğretmeninin ona söylediği gibi, Harry için bu ‘şey’ korkunun kendisidir ve Azkaban’ın hapishane gardiyanları olan Ruh Emiciler ile somutlaşır. Harry’ye eziyet eden şey, annesinin ölümünden dolayı duyduğu kahredici suçluluk ve üzüntüdür. Harry bu gri kukuletalı siluetleri görür görmez, annesinin çaresiz çığlıklarını duyar: “Lütfen, beni al, onun yerine beni öldür.” Harry, acı tarafından ele geçirilmiş bir şekilde ve annesinin onu kurtarmak için öldüğü gerçeğinin verdiği suçlulukla, yoğun bir duygu karmaşasına sürüklenir. Rowling bu anları şöyle verir:

Annesiyle babasının son anlarının kafasının içinde yeniden canlandığını duymak korkunç olsa da, Harry küçücük bir çocuk olduğundan bu yana onların sesini ilk defa duyuyordu. Ama bir taraftan annesiyle babasının sesini duymayı istediği müddetçe, asla doğru dürüst bir Patronus yapamazdı… Kendi kendine sertçe, “Onlar öldü,” dedi. “Öldüler ve yankılarını dinlemek de onları geri getirmez. O Quidditch Kupasını istiyorsan, kendine hâkim olman gerek” (Azkaban Tutsağı, 225).

Ebeveynleriyle yeniden bir araya gelme arzusu gayet doğal ve kaçınılmaz olsa da, Ayna’nın önünde olduğu gibi, geçmişte kalmaya, hatıralarda veya arzuda kaybolmaya karşı bir uyarı görevi görür. Elbette, Rowling bu sahnede bir yandan Harry’nin içindeki şeytanları keşfederken, bir yandan da umutsuzluğu delilikle ilişkilendirir; böylece bizi deli eden, suça teşvik eden ve kalbimizi paramparça eden şeyin umudun kaybı olduğunu aklımıza yerleştirir. Mahkûmlara muhafızlık etmesi gereken Ruh Emiciler;

etraflarındaki huzuru, umudu ve mutluluğu kuruturlar. Bir Ruh Emici’ye fazla yaklaştığında bütün iyi duyguların, bütün mutlu anıların emilip alınır senden… ruhsuz ve kötücül. Elinde hayatındaki en kötü deneyimlerin haricinde hiçbir şey kalmaz… Kale denizin ortasında, küçük bir adada. Aslında tutsakları içeride tutmak için duvarlara ve denize ihtiyaçları yok. Çünkü zaten hepsi kendi kafalarının içinde kısılmış durumdalar, neşeli tek bir şey düşünebilecek durumda değiller. Çoğu birkaç haftada çıldırıyor” (Azkaban Tutsağı, 175).

Bu tür bir musallat oluşun panzehri, çocukları güvende, sevilen, kendinden emin, kendileri hakkında iyi hissettiren mutlu anılardır. Her şeyden öte, Hagrid’in Harry’ye söylediği gibi, hapishanede tam olarak reddedilen şey benlik duygusudur: “Bir süre sonra kim olduğunu da hatırlamıyorsun” (Azkaban Tutsağı, 204). Burada kim olduğunu bilmek, çocuğun bilincinin gelişimi, bilgi edinme ve kendini ifade etme hakkı, yani, “her çocuğun” öyküsü olayın merkezindedir. Rowling, depresyonu umudun kaybı olarak tanımlamış, bunun nasıl kendisinin düşmanı haline geldiğini belirterek kitaptaki Ruh Emicileri tasvir edişiyle ilgili bilgi vermiştir.6 Küçükken geçirdiğim depresif nöbetleri hatırlıyorum; o dönemki ruh halime herhangi bir isim koyamasam da, tanımlanamayan diğer tüm duygularıma eşlik eden utançla birlikte tanınamadan gömülüp gitti. Vahşi Şeyler Ülkesi’nde yarattığı canavar benzeri korkutucu figürleri tasvir edişini savunması istendiğinde Sendak’ın iddia ettiği üzere, çocuklara en korkutucu gelen şey kendi korku figürlerini hayal etmeleri ve bunların dinledikleri veya okudukları hiçbir şeye benzememesidir. Çocuklar duygularının, özellikle de en karanlık olanların, hikayelerine yansıdığını görmeye ihtiyaç duyarlar. Bu yüzden peri masallarındaki karanlık noktaları yumuşatmak, bu masalların, çocukların korku dolu hayallerinde yalnız olmadıklarına, hislerinin paylaşıldığına ve anlaşıldıklarına dair güvence veren güçlerini kaybetmelerine neden olur.7

Harry kitaplarda büyüdükçe, Rowling’in çocukların anlamasına yardımcı olmaya çalıştığı duygusal zorluklar daha karmaşık hale gelir. Rowling, çocukluktan gelen o tanıdık utanç duygusunu Çığırtkanlar yoluyla yansıtmıştır: ebeveynler tarafından çocukları aşağılamak ve nihayetinde kontrol etmek için gönderilen yüksek sesli, herkes tarafından duyulan azarlamalar. Örneğin, Neville bir sesli mektup alır ve mektupta “Neville’in ninesinin sihirle normal volümünün yüz katına yükselmiş sesi, nasıl bütün aileyi rezil ettiğini haykırarak anlatıyordu” (Azkaban Tutsağı, 250). Bu türden bir ifşa, yetişkin utancına ve onun çocukluktaki köklerine dair bir metafor olarak Woody Allen’ı herkesin önünde azarlayan annesinin yüzünün yetişkin gökyüzündeki yansımasını andıran bir empatik mizahla ele alınır. Bu dışsallaştırılmış yansıma, Harry’nin Ruh Emicileri görmesinin üzerine baygınlık geçirmesinden sonraki özel, içsel anlarını yansıtır. “Kendini zayıf ve titrek hissediyordu, sanki ağır bir grip geçirmiş gibi. Yavaş yavaş utanmaya da başlıyordu. Neden başkaları değil de bir tek o darmadağın olmuştu?” (Azkaban Tutsağı, 84). Utanç bizi başkalarından ayırır; diğerlerinden daha güçsüz, farklı hissettirir. Rowling, farklılığın bu yönünün öldürücü olduğunu gösterir. Zaman zaman bunu mizahtan gelen kabullenişle ele alır; zaman zaman en zorlu duygusal sınavlarımıza eşlik eden bir saygıyla.

Çocuklar, aynı zamanda, daha önceki kitaplarda bolca mücadele eden saf kötü adamlar olarak, basit kötülük kavramının ötesine de götürülürler. Serinin üçüncü kitabı Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda, bir kurt adam olan Lupin başlangıçta kötü biri gibi görünürken, daha sonra çelişkili bir figür olduğu, içinde tehlikeli de olabilecek bir iyilik barındırdığı ortaya çıkar.

Rowling’in, kurt adamı burada bölünmüş kişilik için bir metafor olarak kullanması zekicedir ve bilinen en eski Kırmızı Başlıklı Kız versiyonuna uygun olarak, kurttan ziyade hayvan ve insan karışımı bir kurt adam genç kızı baştan çıkarmaya çalışır (Zipes 2). Burada en ilginç olan, kurt adamın potansiyel olarak yıkıcı kısmının insanlaştırılıp anlayışla donatılmasıdır. Rowling, Lupin’in hikâyesini anlatırken onun masumiyetini gösterir ve okuyucuda ona karşı şefkat uyandırır.8 Lupin şöyle der: “Isırıldığımda çok küçük bir çocuktum. Annemle babam her şeyi denedi, ama o günlerde bunun şifası yoktu… O günlerdeki dönüşümlerim – korkunçtu. Bir kurt adama dönüşmek çok acı vericidir. Isırabileceğim insanlardan uzak tutuluyordum, onun için kendimi ısırıp tırmalıyordum” (Azkaban Tutsağı, 322). Lupin iksirini almadığında kurt adama dönüşürken, delilik ve kendine zarar verme dürtüleri bir tür psikolojik gerçekle tasvir edilir. Rowling, insanı şeytanlaştırmak yerine şeytani olanı insanlaştırmaya çalışır.

Kötülüğün hizmetkârları, kontrolden çıkmış yetişkinler oldukları için büyümüş zayıf insanlar olarak tanınabilirler; çocukları en çok korkutan şey çoğu zaman budur. Harry Potter ve Azkaban Tutsağı’nda Peter Pettigrew “Sanki fazla gelişmiş, kel bir bebek gibi yerde iki büklüm yatıyordu” (341); kötülüğün yaratıcı gücünü, uyumsuzluğun ve düşmanlığın gücünü temsil eden Voldemort ise “çömelmiş bir insan çocuğunun biçimiydi, ama Harry hayatında çocuğa bu kadar benzemeyen bir şey görmemişti. Saçsızdı, pullu gibiydi… Kolları ve bacakları ince ve güçsüz görünüyordu. Yüzü ise -yaşayan hiçbir çocuğun böyle bir yüzü olmamıştır… Neredeyse yardıma muhtaç görünüyordu; incecik kollarını kaldırıp Kılkuyruk’un boynuna doladı, Kılkuyruk da onu kaldırdı” (Ateş Kadehi, 577). En korkutucu olan, çocuksu olmadan çocukça olan, kötücül bir masumiyet sergileyen çocuksu yetişkinin, çocukken hayatınızın denetleyici gücü olmasıdır.

Çocukların hayatlarının kontrolünü nasıl ele geçirdikleri—ki burada en önemli ve merkezi olan şey—çeşitli mecazi yollarla tarif edilir. Harry ve Hermione, bir olayı başa sarabildikleri, aynı anda birden fazla yerde olabildikleri, anda kalarak zamanda geriye gidebildikleri, hatalarını düzeltip sevimli Hipogrif Şahgaga’yı kurtarabildikleri bir “Zaman Döndürücü”de kendilerini izlerler. Harry, Hermione’ye şöyle der: “Bu sefer yapabileceğimi biliyordum… çünkü zaten daha önce yapmıştım… Mantıklı geliyor mu?” (Azkaban Tutsağı, 374). Bu, bildiğimizin farkında olmadığımızı bilmenin çelişkili hissini ifade eder. Psikolojik olarak daha da derin olan, Rowling’in, ebeveynin ölümüyle gelen nihai kayıp anında bile neyin geri alınabileceğini gösterme şeklidir. Harry, kendisini korkudan korumak için, babasının görüntüsüne sahip bir “Patronus” yaratır. Yetim bir çocuk olarak Harry, hiç tanımadığı babasını kendi kendine tasvir edip yaratmak zorunda kalacaktır. Burada, baba suretinin çocuk gözünden yaratılması söz konusudur. Bir baba figürü görünümündeki Dumbledore, Harry’ye şunları söyler: “Sanıyor musun ki sevdiklerimiz ölünce bizi gerçekten de terk ederler? Zora düştüğümüzde onları her zamankinden de berrak bir şekilde hatırlamadığımızı mı sanıyorsun? Baban senin içinde yaşıyor Harry… Dün gece gerçekten de babanı gördün, Harry… onu kendi içinde buldun,” (Azkaban Tutsağı, 388).

Bu sahne, böylesine erken bir kaybın onarılması için mümkün olabilecek bir tembihin yanı sıra tek gerçek teselliyi de temsil etmektedir. Kitapta sayısız baba-oğul hesaplaşma sahnesi vardır. Bunlardan en korkuncu, babasının huzuruna getirildiğinde feryat figan masumiyetini haykıran, “Baba! Baba, ben aralarında değildim! Hayır! Hayır! Baba, lütfen!” (Ateş Kadehi, 537) diye yalvarmasına karşın babası Mr. Crouch tarafından reddedilen çocuğun sahnesidir. Çocuğun şaşkınlık ve çaresizlik içinde kötülüğün hizmetkârı olmasına şaşırmıyoruz. Ayrıca Rowling, çocukların “Voldemort’un nerede olduğunu söyletmek için işkence gören” (543) Neville’in ebeveynlerinin nasıl delirdiğini, hayatta olmalarına rağmen, Neville ninesiyle birlikte ziyaretlerine gittiğinde çocuğu tanımamalarının nedenini anlamasına yardımcı olur. Harry diğerlerinden daha şanslıdır; her ne kadar anne babasını hiç görememiş olsa da bir şeyi, onu koruması için yanında taşıyabileceği bir mihenk taşını geri almayı başarmıştır. Fakat böylesine ayrıcalıklı bir konuma sahipken, başkalarının talihsizliğinden kendini soyutlaması yeterli değildir. Harry, Crouch’un oğlunun solgun yüzünün görüntüsü zihninde dolanıp dururken, çocuk için üzülmeden edemez. “İnsanın hâlâ yaşayan ama onu tanıyamayan bir annesiyle babası olmasının nasıl bir şey olacağını” (547) düşünürken, Harry’nin merhameti Neville’e kadar uzanır.

Harry Potter hikâyeleri, çocukların içsel olarak bulmaları gereken şeylere odaklanır – doğru olanı yapma, bir ahlak kuralı belirleme gücü. Kahraman olarak Harry, olayların görünen gerçeğinin ötesine geçmeli, gördüklerine güvenmeyi ve doğru olana göre hareket etmeyi nihayetinde öğrenmelidir. Dördüncü kitap olan Harry Potter ve Ateş Kadehi’ndeki turnuva, Hogwarts’taki bir evin diğerlerini yendiği, Harry’nin Gryffindor’da esas mevziide Arayıcı olarak görev aldığı Quidditch turnuvalarındaki nispeten basit zaferlerden farklıdır. Bu kitapta, Hermione’nin belirttiği gibi, “Bütün bu turnuvanın amacı, yabancı büyücüleri tanıyıp onlarla dost olmaktır!” Her ne kadar Ron, nispeten doğruluk payı olan bir yanıt vererek “Hayır, değil! Amacı, kazanmak!” (383) dese de. Artık topluluk daha büyük, daha küreseldir. “Kazanmak” kelimesinin anlamı sorgulanmaya başlamıştır. Büyük bir duygusal sıçrama yaşayan Harry, arkadaşlarıyla birlikte rakiplerini de kurtarır. Etrafındaki sesler, “Görevin kendi arkadaşını geri almak… ötekileri bırak…” (451) der ona. Kendine kızar o da sonrasında; “Niye Ron’u yakalayıp da gitmemişti sanki? Geriye ilk o dönmüş olurdu… Cedric ve Krum başkası için kaygılanarak vakit kaybetmemişlerdi” (456). Bunun üzerine bu tür bir bencilliğe, “aynı derecede güçlü bir dostluk ve güven bağı kurarak” karşı gelinebileceğini düşünür. Dumbledore’un ona söylediği gibi; “Eğer hedeflerimiz aynıysa, kalplerimiz de açıksa, alışkanlık ve dil farklılıkları hiçbir şey ifade etmez” (651). Harry ve en yakın rakibi Cedric (Harry’nin arzu nesnesi Cho Chang’a baloda eşlik etmişti) birbirlerine yardım edip destek olurlar ve sonunda Kupa’ya aynı anda ulaşmaya karar verirler ve böylece oyunu kazanan iki takım olur. Cedric ölüp de Harry ödülü tek başına göğüslerken, oğlanların okulun prensiplerini reddetmesiyle birlikte yeni bir paylaşma, topluluk inşa etme ve kapsayıcı olma paradigması oluşturulur.

Düşünceleri paylaşmak ve deneyimleri aktarmak, düşünceleri tutan bir çanak olan Düşünseli aracılığıyla zekice tasvir edilmiştir. “Bazen zihnime çok fazla düşünce ve anının tıkıştırılmış olduğunu hissediyorum… Böyle zamanlarda,” der Dumbledore Harry’ye, “Düşünseli’ni kullanırım. Basit bir işlem: Zihnindeki fazla düşünceleri dışarı akıtıp çanağa dolduruyor, sonra da gönlünce inceleyebiliyorsun. Anlıyorsun ya, kalıplar ve bağlantılar bu biçimdeyken onları saptamak daha kolay oluyor” (Ateş Kadehi, 538). Harry, kelimenin tam anlamıyla, bir maddenin içine çekilir. “Maddenin sıvı mı gaz mı olduğunu ayırt edemiyordu. Parlak, beyazımsı gümüş rengiydi ve durmaksızın hareket ediyordu; yüzeyi rüzgârın altındaki su gibi kırıştı, sonra bulutlar gibi ayrıştı ve hafif hafif dönmeye başladı. Sıvılaştırılmış ışığa benziyordu – ya da katılaştırılmış rüzgâra” (Ateş Kadehi, 526). Bir başkasının tarihini anlamak için bir eşikten içeri girmek gerekir; kişi, maddenin ayırt edilemez halleriyle temsil edilen ‘kendi’ ve ‘öteki’ kavramlarının yerleşik sınırlarının ötesine geçmelidir. Harry Potter ve Ateş Kadehi’nde Harry, “büyülü bir güncenin bir sayfasından içeri, başka birinin anılarının ortasına” (528) düşer. Bu kitapta, düşünce somut, ilerleyici, dinamik bir şey olarak tasvir edilir — anlam kalıpları olarak ziyaret edilecek, geri dönülecek ve keşfedilecek bir dizi zihinsel manzara. Harry, Dumbledore’un kendi geçmişiyle ilgili düşüncelerinin içine, belleğin geçmişe uzanan öznelliğine düşer. Harry Dumbledore’un belleğindeki mahkeme salonuna düştüğünde, “az önce on dört yaşında bir çocuğun tavandan tam ortalarına düştüğünü odadaki hiç kimse fark etmemiş gibiydi” (Ateş Kadehi, 527); bu sahne gökyüzünden fark edilmeden düşen Auden’ın İkarus’unu andırmaktadır. Ancak gençlik iyimserliğiyle çok yükseğe uçtuğu için kanatları güneşin sıcaklığından eriyen İkarus’un aksine, Harry’nin düşüşü bilince bir düşüştür ve uyarıcı olmaktan ziyade düşseldir. Ancak kendi önsezimizin öznelliği yoluyla da olsa, bir başkasının deneyimine katılabileceğimiz, bir başkasının geçmişini keşfedebileceğimiz bir bağlantıyı gösterir.

Yetişkin deneyimine sahip olmayan, geriye dönük bir bakış açısı olmayan çocuk bile, geçmişin derslerinden değerli kazanımlar elde edebilir. Bu dersler taş gibi sabit olan şeyleri sorgusuz sualsiz kabul etmek için değil, Harry’nin tanık olduğu olaylarda olduğu gibi, bunları anlamlandırabilmesi için gereklidir. Dumbledore’un gençlik günlerine ait bu sahnede, Harry ilk olarak Dumbledore’un ne kadar yaşlandığını fark eder; bu, Harry’nin gelişen zaman bilincini ortaya çıkaran bir bakış açısıdır. Her insan, bir kısmını başkalarıyla paylaşabildiği eşsiz bir kişisel tarihe sahiptir, tıpkı Harry düşüncelerini gözden geçirirken Dumbledore’un da orada olması gibi.

Düşünceleri gözden geçirme fikri bile sorgulamanın ve derinlemesine düşünmenin değerini pekiştirir. Elbette bu durum, şu anda televizyonda, video oyunlarında, MTV’nin hızlı tempolu görüntülerinde ve ucuz kurguların yüzeysel içeriğinde anlatılanlarla çelişir. Harry Potter kitapları, bu dünyanın yüzeyselliğini ve yalanlarını, insanın başarısızlıklarını, popüler kültürün narsisizmini, basın organlarının aptallığını ve zalimliğini, kurumlarımıza, özellikle de sosyal dünyamızın amansız züppeliği ve seçkinliği ile şekillenen okullara yerleşmiş katılığı ve sahtekârlığı çocukların karşısında alaylı bir dille yerer. Harry Potter hikayelerinin yalnızca geniş bir yaş aralığındaki entelektüel okuyucular arasında değil, aynı zamanda önceden kitabı okumaya direnen yeni okuyucular arasında da eşi benzeri görülmemiş bir popülerlik elde etmesi, çocukların yalnızca sığ ve otomatik cevaplar veren kişiler değil, karmaşıklık ve derin düşünceye de yatkın ve yeteneği olan bireyler olduklarının göstergesidir. Buna, gerçek ve farkına varılan dünyada daima çocuğun müzakere etme ve mücadele etme misyonuyla bütünleşen olağanüstülük eşlik eder.

Roni Natov, Brooklyn College, CUNY’da İngilizce Profesörüdür ve burada diğer derslerin yanı sıra Çocuk Araştırmaları alanında dersler vermektedir. Geraldine DeLuca ile birlikte The Lion and the Unicorn dergisini kurmuş ve 17 yıl boyunca DeLuca ile birlikte derginin editörlüğünü yapmıştır. 1994’te Twayne tarafından yayımlanan Leon Garfield’ı, 2003 yılında ise Routledge tarafından yayımlanan The Poetics of Childhood‘u yazmıştır.

Notlar

1 Sharon Moore’un We Love Harry Potter kitabı, 17. sayfasından alıntılanmıştır.

2 Suzanne Rahn, Rediscoveries in Children’s Literature adlı derginin 145. sayfasında, E. Nesbit’ten “kahramanların sıradan çocuklar olduğu” çağdaş dünyamıza sihir getiren ilk çocuk kitabı yazarı olarak söz eder.

3 Rowling, E. Nesbit’in The Story of the Treasure Seekers adlı eserinin, Harry Potter serisinin fikrinin oluşmasında özellikle etkili olduğunu belirtir.

4 Rowling’in bir erkek kahramanı seçmesi ve kullanması konusunda yoğun tartışmalar mevcuttur. Örneğin; Christine Schoefer “Harry Potter’daki kız sorunu”ndan bahsettiği makalesinde şunları söyler: “Hiçbir kız Harry kadar kahramanca davranmaz, hiçbir kadın Profesör Dumbledore kadar deneyimli ve bilge değildir… Kadın karakterlerin çeşitliliği o kadar sınırlıdır ki ne bir kadın ne de bir kız çocuğu kötülüğün tarafında yer alır. Rowling’in Hermione betimlemesinde görülebileceği gibi, kadınlar Harry ve 3. kitaba kadar Hermione’ye peşlerinde dolanan bir kuyrukmuş gibi davranan Harry’nin yakın arkadaşı Ron tarafından kabul görmek için çabalarlar” (Harry Potter’s Girl Trouble). Bu fikrin pek çok destekçi bulmasıyla birlikte, Rowling şikâyetini şu sözlerle dile getirir: “Beni rahatsız eden şey, sürekli, giderek artan bir şekilde bana, ‘Güçlü bir kadın karakterimiz olabilir mi, lütfen?’ diye sorulması. Sanki ara sıcak olarak patates kızartması siparişi veriyorlarmış gibi. Düşünüyorum da, Hermione sizin için yeterince güçlü değil mi? Kız üç karakterin en zekisi ve erkeklerin sürekli ona ihtiyaçları var. Ama benim esas kahramanım bir erkek ve onun yaşında [11], kızlar o kadar fazla düşünmezler; olay bundan ibaret. Bence cesur, alımlı, matematikte dahi ve araba tamir etmekte fevkalade başarılı birkaç kız yaratsaydım aşırı derecede yapay dururdu” (“Harry and Me”).

5 Ernst Bloch, The Utopian Function of Art and Literature, 103–11.

6 Rowling, Ruh Emicileri tamamen kendi tecrübelerine dayanarak “depresyonun bir tasviri” olarak tanımladığı “Harry and Me”’de sözlerine şöyle devam etmiştir: “Depresyon şu ana kadar deneyimlediğim en can sıkıcı şey. Bir daha ne zaman neşeli olacağınızı tasavvur edebilmekten yoksun olmaktır. Umuttan yoksun kalmaktır. Üzgün hissetmekten çok farklı olan, bir çeşit donukluk duygusudur. Hüzün canınızı acıtır ama sağlıklı bir duygudur da. Onu da hissetmeniz gerekir. Depresyon ise çok farklıdır.”

7 1977’de Maurice Sendak ile yaptığımız yayımlanmamış bir röportajdan (Geraldine DeLuca ile birlikte).

8 Kısa zaman önce, bana favori karakterinin Lupin olduğunu söyleyen sekiz yaşında bir çocukla konuştum. Ona bunun nedenini sorduğumda, Lupin için üzüldüğünü, çünkü onun aslında iyi biri olduğunu fakat bazen kötü olmaktan kendini alıkoyamadığını söyledi.

Kaynakça

Bloch, Ernst (1998) The Utopian Function of Art and Literature, Çev. Jack Zipes ve Frank Mecklenberg, Cambridge: MIT P.

Brontë, Charlotte (1985) Jane Eyre, 1842. New York: Penguin.

Campbell, Joseph (1949) The Hero with a Thousand Faces, New York: Pantheon.

Coleridge, Samuel (1999) Biographia Literaria, The Longman Anthology of British Literature. Cilt 2. New York: Addison-Wesley.

Dickens, Charles (1973) David Copperfield, Çev. Gönül Suveren, İstanbul: Altın Kitaplar Yayınevi.

L’Engle, Madeline (2005) Zamanı Bükülen Gezegen, Çev. Süleyman Nihat Şad, Ankara: Arkadaş Yayınları.

L’Engle, Madeline (2005) Kapıdaki Rüzgar, Çev. Süleyman Nihat Şad, Ankara: Arkadaş Yayınları.

L’Engle, Madeline (2016) Zamanda Kıvrılma, Çev. Edip Sönmez, İstanbul: Beyaz Balina Yayınları.

Lewis, C. S. (2013) Aslan, Cadı ve Dolap, Çev. Müfit Balabanlılar, İstanbul: Doğan ve Egmont Yayıncılık. 36. Baskı.

Lurie, Alison (1999) Not for Muggles Çevrimiçi

http://www.nybooks.com/nyrev/WWWarchdisplay.cgi?19991216006R

Moore, Sharon (1999) ed. We Love Harry Potter!, New York: St. Martin’s P.

Nesbit, E. (1994) The Story of the Treasure Seekers, 1899. London: Penguin.

Rahn, Suzanne (1995) Rediscoveries in Children’s Literature, New York: Garland.

Rowling, J. K. Radyo Röportajı. WNPR. 28 Aralık 1998.

Rowling, J. K. (2000) Harry and Me Çevrimiçi

http://www.the-times.co.uk/onlinespecials/features/harrypotter/story28.html

Rowling, J. K. (1999) Harry Potter ve Sırlar Odası, Çev. Sevin Okyay, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Rowling, J. K. (2000) Harry Potter ve Ateş Kadehi, Çev. Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Rowling, J. K. (1999) Harry Potter ve Azkaban Tutsağı, Çev. Sevin Okyay ve Kutlukhan Kutlu, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Rowling, J. K. (1997) Harry Potter ve Felsefe Taşı, Çev. Ülkü Tamer, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Schoefer, Christine (2000) Harry Potter’s Girl Trouble Çevrimiçi

https://www.salon.com/2000/01/13/potter/

Todorov, Tzvetan (1973) The Fantastic: A Structural Approach to a Literary Genre, Çev. Richard Howard, Cleveland: Case Western Reserve UP.

Tolkien, J. R. R. (1966) Hobbit, Çev. Gamze Sarı, İstanbul: İthaki Yayınları.

Tolkien, J. R. R. (1954-56) Yüzüklerin Efendisi, Çev. Bülent Somay ve Çiğdem Erkal İpek, İstanbul: Metis Yayıncılık.

White. E. B. (1952) Örümcek Ağı, Çev. Mehmet Küçük, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Zipes, Jack (1983) The Trials and Tribulations of Little Red Riding Hood: Versions of the Tale in Sociocultural Context, South Hadley, MA: Bergen and Garvey.

İngilizceden Türkçeye Çeviren: Çağla Konuk

Çeviri Editörü: Göksenin Abdal

Kaynak Metin: (Çevrimiçi) https://muse.jhu.edu/article/35514, 16.12.2021

  1. The Lion and the Unicorn Cilt 25, Sayı 2, Nisan 2001, s. 310-327 (Makale), Johns Hopkins University Press tarafından yayımlanmıştır., DOI: 10.1353/uni.2001.0024

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top