Alabalık Habercisi

Adım sizin için bir şey ifade etmeyecek. Ama benim profesyonel bir dalgıç olduğumu ve bu nedenle sık sık denizde çalıştığımı bilmeniz önemli. Geçen ay, denize pis suları akıtan yaklaşık on metre derinliğinde bir kanalizasyona daldım. Tam da kalın bir beton boruyu sabitlemek üzereydim ki boru aniden bacaklarımın üzerine yuvarlandı. Denizin dibi yumuşak bir çamur tabakasıyla kaplı olduğu için canım çok yanmadı. Fakat sıkışmıştım, kurtulmam imkansızdı. Yüzeydeki çalışma arkadaşlarıma haber vermek için solunum cihazımdan hava kabarcıkları çıkardım. Ama bottan hiç kimse cevap vermedi. Basınç ölçerim, hava rezervlerimin neredeyse tükendiğini gösterdiğinde paniklemeye başladım. Kurtulmak için çırpındıkça fırlattığım çamur yüzünden su daha da bulanıklaşıyordu.

su, mavi, okyanus zemini içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Sakinleşmeye ve çözüm bulmaya çalışıyordum. Hareket etmeyi bıraktığım için su tekrar berraklaşmaya başladı ve o an hayatımın sürprizini yaşadım. Hemen önümde bir düzine alabalık toplanmıştı, hafifçe sallanan yüzgeçleri pırıl pırıldı, ışık saçıyorlardı. Suyun içinde süzülerek sıra olmuş ve adeta selam durmuşlardı. Tam oradaydı işte! Aniden derinliklerden büyük bir alabalık ortaya çıktı. Başının üzerindeki altın rengi pullar parlıyordu, bir kraliçenin geçit töreni yaptığı gibi büyük bir ihtişamla iki sıra boyunca yüzdü. Balıklar birer birer önünde saygıyla eğildi. Neredeyse nefes almayı unutuyordum, inanılmaz bir sahneydi. Alabalık kraliçesi bana doğru görkemli bir şekilde yaklaştı, yaklaştı, çok yaklaştı. Sonra benimle konuşmaya başladı. Lütfen bana Almanca mı yoksa balık dilinde mi konuştu diye sormayın, ben sadece bana ne dediğini anladım!

“Sana yardım edebiliriz dalgıç.” dedi koca ağzını açarak. Alt çenesi oldukça kavisliydi. “Ama önce beni dikkatlice dinlemelisin ve mesajımızı suyun üzerinde yaşayan diğer insanlara ileteceğine yemin etmelisin.” Beni bu zor durumdan kurtarırsa ona istediği her şeyi yerine getirmek için söz verdiğimi hayal edebilirsiniz! Sonra alabalık kraliçesi bana doğru biraz daha yaklaştı ve doğrudan gözlerimin içine bakabilmek için altın renkli gözünü dalış maskemin camına dayadı. “Dalgıç, çocuğun var mı?” diye sordu. “Hımm… Evet.” diye korkarak kekeledim. “İki tane var, daha küçükler gerçi ama yüzebiliyorlar.”

Kraliçe gözlerini dalış gözlüklerime doğru iyice yapıştırdı. “Artık çocuğumun olamayacağını bil. Balık dostlarımın çoğu çocuk sahibi olmak için mücadele ediyor. Yavru balıklarımız yumurtadan kötü şekilde çıkıyor, küçüklerimizin çoğu garip bir biçimde şekilleri değişerek büyüyor ve hastalanıyor. Bu yüzden halkımız azalıyor. Sorunlarımızın denizimize sürekli dökülen ve atalarımızın daha önce bilmediği tuhaf kokan sulardan kaynaklandığına çok eminim. Biliyorsun ki biz balıklar çok hassas bir koku alma duyusuna sahibiz. Hayatta kalmamızı tehlikeye sokan garip şeylerin gitgide daha fazla suya döküldüğünü dile getirirken yalan söylemiyorum, bana inanabilirsin. Siz insanların bununla ilgisi olduğunu biliyorum. Bu nedenle insanlara acı çekmemize neden olan şeyleri anlatmalısınız ki bize zarar vermeyi bıraksınlar. Ayrıca bu denizin suyunu içmeye devam etmek ve balık tutmak istiyorsanız, bunu yapmak sizin yararınıza olur.”

Nefesim kesildi; dostça, sempatik bir şey söylemek istedim. Ama solunum cihazındaki ağzımın söyleyebildiği tek şey aptalca bir bahane olmuştu. “Bunu ben yapmadım, alabalık halkının kraliçesi. Ayrıca ben balık yemem, majesteleri.”

Alabalık gülmeye başladı ve bu korkunç kahkahayla alt çenesi inanılmaz kavislendi. Sonra ciddi bakışlarını sertçe bana doğru dikerek beni terslemeye başladı: “Aaa, yardım edemez misin? O zaman söyle bana dalgıç, burada bacaklarını sıkıştıran ağır boruyla krallığımızın merkezine kötü suyu dökme işinin içinde değil misin? Denizimize dökülen, hastalığa neden olan bütün maddelerin kokusunu almıyor musun?”

Artık sesim çıkmıyordu ve havam da kalmamıştı, dalış tüpüm boştu. Kraliçe zor nefes aldığımı fark etti ve balığına bana yardım etmesini emretti. Balık muhafızlar beton boruyu burunlarıyla itmek için toplandılar. Bacaklarımı kurtarmayı başardılar. Çok geçmeden bana eşlik eden alabalık kraliçesinin desteğiyle yukarıya, yüzeye doğru sürükleniyordum. O anlarda “İki çocuğunu düşün.” dediğini duydum. “Denize böyle tuhaf şeyler dökmeye devam ederseniz artık çocuk sahibi olamayacak olan sizin çocuklarınız olabilir! Ne söz verdiğinizi unutmayın, rastladığınız herkese mesajımızı iletin. Sana inanmaları için kafamdaki altın pullarımdan birini çıkar. O benimle gerçekten karşılaştığının kanıtı olacak.”

açık hava, bahçe, resif, kapalı içeren bir resim

Açıklama otomatik olarak oluşturuldu

Suyun yüzeyine ulaştığımda bayılmıştım. Hastaneye götürülmüştüm, yumruğumu çok fazla sıktığım için dalgıç kıyafetimi keserek çıkarmak zorunda kaldıklarını daha sonra söylediler. Kendime gelip yavaşça elimi açtığımda güzel, altın renkli balık pulunu gördüm. Yani rüya görmemiştim.

Hastalıktan dolayı izinli olduğum günü birkaç arama yapmaya ayırdım. İlk önce denizdeki profesyonel bir balıkçıyı arayarak alabalıkların git gide daha az avlandığını ve üreme organlarının daha çok zarar gördüğünü anlattım. Sonra Su İdaresini aradım ve bir kimyagerle konuştum. Alabalık kraliçesinin bana söylediği her şeyi doğruladı. Deli olduğumu düşünmesinler diye maceramı kimseye anlatmadım. Kimyager bana hepimizin bilmeden binlerce yapay maddeyi suya karıştırdığımızı açıkladı. Çünkü bunlar çamaşır deterjanı, bulaşık deterjanı, şampuan ve duş jeli, kişisel bakım ürünleri, makyaj malzemeleri, ev veya araba temizliği için kullanılan temizlik ürünleri, el işi malzemeleri gibi evde kullanılan çoğu üründe bulunuyormuş. Atık su arıtma tesislerinin iyi çalışmasına rağmen, tüm bu ürünler kanalizasyon sistemine ve dolayısıyla kısmen denizlere, nehirlere karışıyormuş. Çünkü bu tesislerde yaşayan bakteriler, dışkılarımız veya suyu kirleten yiyecek artıkları gibi doğal maddeleri kolaylıkla parçalayabilirmiş. Ancak doğada doğal olarak bulunmayan yapay maddeleri parçalamakta büyük güçlük çekerlermiş. Ama şimdi on binlerce farklı yapay madde bulunmuş. Her biri suda minimum miktarda bulunduğundan, kimyagerler onlara “mikro kirleticiler” diyor. Balıkların üreme sorunları varsa bunun nedeni tüm bu mikro kirleticiler ve topraklara, tarlalara, bahçelere uygulanan pestisitlermiş. Çünkü yağmur bu maddeleri denizlere ve göllere taşıyormuş.

Eve döndüğümde eşim ve iki çocuğum beni gördüklerine çok sevindiler. Ama aklım başka yerdeydi. Alabalık kraliçesine, halkına yardım edeceğime dair söz vermiştim. Bu nedenle evde bazı şeyleri değiştirmeye başladık. Tuvaletteki suyu maviye çeviren koku taşını çıkardık. Bulaşık makinesinin koku gidericisini çıkardık ve boş gösterge ışığı yanıp sönmeye başladığında da parlatıcı doldurmadık. Ayrıca artık çok daha az bulaşık deterjanı kullanıyoruz ve bulaşıklar eskisi kadar temiz oluyor. Sadece suyla nemlendirdiğimiz mikrofiber bezlerle tozları alıyoruz, çok kirli bir şey olmadığı sürece herhangi bir temizlik maddesi kullanmıyoruz. Artık her gün yeni bir gömlek giymiyoruz, giysilerimizi daha uzun süre giyebilmek için iyi havalandırıyoruz. Bu sayede hem suyun kirlenmesini önlemiş oluyoruz hem de yapacak daha az işimiz oluyor. Bir temizlik maddesi almamız gerekiyorsa içinde boya veya koku gibi gereksiz yapay maddeler olmayan ve mümkün olduğunca doğal olan temizlik maddelerini seçmeye özen gösteriyoruz.

Ah, neredeyse unutuyordum! Her salı alabalık kraliçesinin mesajını okuldaki derslerde öğrencilere iletiyorum. Dalış elbisemle ve ayaklarımda dalış paletlerimle sınıflarda öğrencilerin önüne çıkıyorum, tabii ki bu da çocukları güldürüyor! Onlara bir dalgıç olarak yaptığım işi, betondan kanalizasyon borusunun altında nasıl mahsur kaldığımı ve alabalıkların nasıl hayatımı kurtardığını anlatıyorum. Ardından kendi sağlığımızı korurken alabalık kraliçesinin halkını kurtarmasına yardımcı olmak için her birimizin neler yapabileceğini konuşuyoruz. Gerçekten bir alabalık kraliçesinin mesajını ilettiğimi kanıtlamak için, sınıfta bir çocuktan diğerine elimi uzatarak yürüyorum. Herkesin açıkça görebileceği şekilde avucumdaki altın balık pulunu gösteriyorum. Sizi temin ederim, hepsi bana inanıyor. Öğretmenler ve çocuksu ruhunu çoktan kaybetmiş olanlar hariç…

Yazar: Pierre-André Magnin

Almancadan Türkçeye Çeviren: Tuğçe Ören

Düzeltmen: İrem Tunay

Kaynak Metin: Der Bote der Forellen

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top