Yazarını Unutturan Kitaplar

Mustafa Tuncel

Şu yazıya bir mezarlık metaforuyla başlamayı ben de gönülden onaylıyor değilim. Umutları hep diri, gözleri her daim ışıldayan okuru-yazarı, durup dururken, mezarlık sohbetine davet elbette çekici değil; gel gör ki bazı gerçekleri görebilmenin yolu oraları eşelemekten geçiyor.

Edebiyat tarihi, öteki sanatlara göre çok daha geniş bir mezarlığa sahip görünüyor.

Yazının insan yaşamına girmesiyle o kadar çok üretim yapıldı ki… Üstelik, ürünlerin birçoğu uzun zaman sözlü kültürle, dilden dile uzanan uzun bir yoldan taşındı. Sonunda, yani aslında daha dün, yazıya geçilince bu ağır yükten bunalan yol yorgunları derin bir nefes aldı. Ama biliyoruz ki soluk rahatlamasının arkasından yürek ve cüzdan çarpıntısı geldi. Her şeyin elle yazılmak zorunda olduğu çağlarda (ve bugün de) her yazarın kaligrafik yeteneği yeterli olmuyor. O nedenle epey yüksek olan yazım ücretini eli yatkın başka yazarların insafına bıraktılar. Ya da daha az maliyetle kartal kanadını iyi kavrayan köle ellere teslim ettiler. Hele bir de her türlü çoğaltmanın aynı ellerin kerelerce aynı sözcükleri başka kağıtlara işlemesiyle ancak mümkün olabildiğini düşünürsek, eski edebiyat ya da düşün insanlarının nelere katlandığını tahmin edebiliriz.

Niçin? Bir tek cümlesi ya da dizesi belki bize kadar gelebilir umudu için!

Edebiyat mezarlığı böylesine zengin fakat bir o kadar da hazin bir tarihe sahiptir.

Böyle bir mezarlığın en geniş yerini tutan kitapları sorarsanız, durum daha da iç karartıcı olur: Çocuk kitapları!

Var olmak uğruna ne güneşler doğuyor ve batıyor, ya Râb!

Uzun insanlık tarihinde çocuk edebiyatındaki ürünler kadar zamanın acımasız eleğinden geçen hiçbir mal/meta, emek/çaba görülmedi.

Şu özet listeye bakmak merhamet bilmeyen eleği tanımamız için yeterli olabilir: Güliver, Robinson, Don Kişot, Sefiller, Tom Amca, Tom Sawyer, Alice, Pamuk Prenses, Pinokyo, Polyanna…

Dünya edebiyatında genel kabul görmüş bu listeye elbette başka ekler (Grimm, Andersen, Aisopos, Kelile ve Dimne vs.) yapılabilir fakat toplam hanesinde yapıt sayısı kırktan ileri gitmez. Ayrıca bu listedeki bazı metinler çocuklar için üretilmemişti, sonraki yüzyıllarda onların çocuk uyarlamaları yapıldı.

“Klasik” tanımına giren ürünler bu kadar…  Bütün insanlık tarihinden geriye kalan çocukluk dönemi edebiyat ürünleri!

Üstelik, birçoğunun yazarını çoğumuz anımsamayız bile. Yani, insanlık tarihi bugüne kadar aşağı yukarı kırk dolayında çocuk kitabıyla tamamladı dönemini, onlar da yazarını unutturan kitaplar!

Öyle ya; Robinson’dan sonra akla gelen isim bile hâlâ yazarı değil, Cuma. Don Kişot’un yardımcısı Sancho Panza bile, bindiği eşekle birlikte Cervantes’ten daha ünlü. Şu burnu uzayıp kısalan sevimli Pinokyo’nun yaratıcısını hangi çocuk biliyor?

Ülkemize gelince; masal geleneğinin doruk coğrafyası sayılabilecek Anadolu’da bu gelenek üzerinde yükselen bir çocuk edebiyatı yaratamadığımız ortada. Bunun irdelenmesi, incelenmesi, inceden inceye cimciklenmesi gerekir. (Ama tabiî, bu yazıyı kaleme alanın yetki alanında değil bu konu.)

Belki, sadece çocuk edebiyatına değil, tümüyle dünya edebiyatına Türkiye’nin katkısının iyice bir kurcalanması gerek. Böyle bir emeği bugüne kadar yansıtan çalışmalara bakılırsa, heyhat, daha hayal edebileceğimiz bir yere yakın değiliz.

Dünya edebiyatına hangi karakteri eklediğimiz sorusu can sıkıcı. Belki zorlasak haydi haydi “Bekçi Murtaza” ve “İnce Memed” diyebiliriz ürkekçe. (“Karabibik” örneği de neredeyse buraya yaklaşmış görünüyor.) Anadolu insanına en yakın karakterler her şeye rağmen bu gibiler. Bu toprakların asıl Don Kişot ve Sancho Panza’ları Karagöz ve Hacivat kuklalarından bir türlü sıyrılamadı. Herkes bir köşeye oturmuş, Tanzimat’tan beri saplanılmış yerde debelenip duruyor: Batılı karakterleri Türkçe ile anlatmak!

Çocuk için üretmenin özverisi, muhtemelen mezarlığı boylayacak bir yapıta ter dökmekten ibaret değil.

Aslında, insan ömründe çocukluk dönemi (güncel ömür beklentisi yaşına bakılırsa) yaşamın en çok beşte biri kadardır. Çocukluk çağına dönük çalışanlar, bir insanın ömründe ancak beşte bir oranında tüketeceği ürünün peşindedirler.

Başka açıdan bakarsak çocuklara üreten edebiyatçı, aslında yetişkin yazarlarına asker hazırlamakla meşgul. Bu, kötü bir şey değil; hatta kutsal bir çaba bile sayılabilir. Ne var ki, bizde ve dünyada çocuklar için ürettiğini söyleyenlerin ezici çoğunluğu, ömrün geri kalan beşte dördünü hedefliyorlar ama girişi çocuk’tan yapmanın kestirme bir yol olduğunu düşünüyorlar. Bize kalırsa bunun tam tersi bir yön izlenmeli ama yalınayak geçilen o dikenli yolu göze alacak olanlar hani? Kendi adını unutturacak bir yapıt uğrunda çilehaneye çekilenler nerede?

İlkçağ’dan başladık, Dijital Çağ’dan çıkalım bari:

Çok ilginç bir evreye girdik; artık herkes şair ve yazar!  İtirazları duyuyorum; “Her dize şairlik ürünü değil, her cümle yazarlık yaratımı değil” diyorsunuz ve -evet- sizin yanınızdayım.

Buraya kadar tamam da, bir dinî-millî bayramda, kandilde ya da Cuma gününde kutlama mesajı yazan kişiyi, bir doğum günü metnini bir yerden ödünç almış ya da kendi emeğiyle (telif malı) üretmiş kişiyi nereye koyacağız?

Bu kadarı bir şey değil, hâlâ masum bölgedeyiz.

Sanal-dijital ortamda bir adres edinmiş kişi, kendi “cumhuriyet”i saydığı alanda tuşlara basıyor da basıyor. Biz ne dersek diyelim, reytingi her zaman çok sınırlı olan Platon’u bugüne kadar tanımış olanların toplamından daha fazla insana ulaşabiliyor. Bir Descartes, bir Spencer bu gibi tirajı göremeden muratsız gitti…

Şu kısa yazı hâlâ karamsarlık yayıyorsa, son olarak, Voltaire’i yardıma çağırabiliriz:

”Edebiyatçıya kimse yardım etmez. Uçan balıklara benzer o; biraz havalansa kuşlar parçalar, azıcık dalsa öteki balıklar yer.  Edebiyatçı hiçbir karşılık almadan haraç verir. O, zevki için arenaya inmiş, kendisini yırtıcı hayvanların önüne atmıştır.”

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top