Prensesler Nerede Yaşar? Çocuk Edebiyatındaki Prenses Temsili Üzerine Bir İnceleme

Petek Halman Kara

Prensesler, çok eski zamanların ve masalların simgesel figürleridir. Onlara dair zihnimizde beliren temsillerin oldukça net ve kalıplaşmış tasarımları vardır. Çoğumuzun çocukluk düşlerinde prensesler genellikle büyülü krallıklarda, yüksek kulelerde ya da görkemli şatolarda yaşayan; güzel, zarif, nazik ve kibar figürler olarak yer edinmiştir. Bu temsiller, dinlediğimiz hikâyelerde, izlediğimiz filmlerde ve hatta şahit olduğumuz tarihsel anlatılarda o denli idealize edilmiş bir formda sunulmuştur ki, zamanla prenses karakteri toplumun kız çocuklarından beklediği bir rol model haline gelmiştir. Zarafetin simgesi sayılan bu güzel, kırılgan ve hüznünü zarif gülümsemesinin ardında saklayan genç kadın figürü, zaman içinde dönüşerek daha aktif ve bağımsız niteliklerle özdeşleştirilmeye başlanmıştır. Ancak hâlâ, kimileri için bir arzu nesnesi; kimileri içinse toplumsal kalıplardan uzaklaşmak adına mesafe alınması gereken bir figür olmaya devam etmektedir. Günümüzde edebiyat ve sinema alanında prensesler artık daha bağımsız, cesur ve özgür karakterler olarak temsil edilse de, bu temsillerin kökensel anlamlarından ve taşıdıkları tarihsel yükten tamamen sıyrıldığını söylemek kolay değildir. Ancak çağdaş kadının ve onun yetiştirmekte olduğu kız çocuklarının içindeki farklı ‘prenses parçalarını’ tanımak ve onlarla bilinçli bir şekilde yüzleşmek, kültürel kurgularla bağda kalırken özgün bir kimlik oluşturma sürecine de ışık tutacaktır.

Bu konuları anlamamıza alan açan, çocuk edebiyatına taze bir yön kazandıran ve dayatılanların ötesine nasıl geçebileceğimiz üzerine farkındalık yaratan bir kitaptan söz etmek istiyorum: Her Prenses Şatoda Yaşamaz. Kitabın arka kapağındaki şu satırlar henüz onu elimize aldığımız ilk andan itibaren bizi durup düşünmeye davet ediyor: “Kim olmak istiyorsun: Bir prenses? Korsan? Öğretmen veya bilim insanı? Peki, nerede oynamak istiyorsun? Bir şatoda? Korsan gemisinde? Kütüphanede ya da uzay gemisinde? Bu kararı vermek sana düşer, o yüzden düşün. Hayal gücün ve düşüncelerin yaratabilir görüntüleri ve öyküleri; en güzel, hayret verici, masal gibi düşleri!” Bu satırlar dışarıda sonsuz olasılıklar varken, içsel olarak giderek daha çok sıkıştığımız günümüz dünyasında, çoğu zaman kendimize söylemeyi unuttuğumuz önemli bir düşünceyi yeniden hatırlatıyor: “Bu kararı vermek sana düşer, o yüzden düşün.” Sahiden, kaçımız başkalarının kararlarımız üzerindeki etkisinden sıyrılarak, gerçekten bize neyin iyi gelebileceğini içtenlikle düşünebiliyor ve bu doğrultuda adım atabiliyoruz? Ya da kim olduğumuzu ve bu hayatta hangi hikâyeyi yaşamak istediğimizi, cesurca sorgulayabiliyoruz? Tam da bu nedenle, kendi yolumuzu ve kim olmak istediğimizi düşünebilme cesareti, belki de bugün her zamankinden daha da kıymetli hale geliyor.

“Ben kimim?” insanlığın en kökensel sorularındandır. Yaşam boyunca defalarca karşımıza çıkar ve her seferinde cevabına yeni eklenen tanımlarla birlikte dönüşerek, kendimizi inşa etmemize yardımcı olur. Öte yandan toplumsal ve kültürel kalıplar sebebiyle kadınlar ve kız çocukları için bu sorunun cevabını aramak çok daha karmaşık ve katmanlı bir yolculuktan geçmeyi beraberinde getirir. Cinsiyet temsillerine dair önyargılar, bu keşif sürecinde aşılması gereken ekstra engeller yaratır. İşte tam bu noktada, edebiyatın özgürleştirici gücü son derece değerli bir düşünme ve ifade alanı açar.

Jennifer Bone ve Louise Bone’un yazdığı, Amerikan Psikoloji Derneği (APA) onaylı Her Prenses Şatoda Yaşamaz (2014), Okuyan Koala Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmış resimli çocuk kitabıdır. Görsel anlatımın metinle bütünleştiği bu türe ait bir eser olan Her Prenses Şatoda Yaşamaz, çocuk edebiyatındaki kız çocuk temsiline çağdaş bir bakış açısı getirirken; cinsiyet temsillerinin, hem ruhsal hem de toplumsal bağlamda ele alınması gereken önemli bir mesele olduğunun da altını çizmektedir. Başlangıçta, kitap kapak görselindeki küçük kızın ağaç dalına tutunarak baş aşağıya kendini bırakmasına benzer bir salınım hissini zihinlerimizde de harekete geçirir. Biraz iç gıcıklayıcı biraz da muzip bir edayla da okuyucusunu içine doğru çeker. Rüyavari çizimlerin içinde gezinirken prenseslere, perilere, korsanlara, daha da önemlisi kendimize karşı olan önyargılarımız saçılmaya başlar. Zihinsel filtrelerimiz aralanırken, kendi öznel ve çocuksu düşlerimizin içine düşeriz…

Çocukları hayal güçlerini özgür bırakabilmek konusunda cesaretlendiren bu kitap, her yaştan okuyucuyu toplumsal kalıplarının çizdiği sınırları aşmaya davet ediyor. İçinden gelenin peşine düşmenin keyfini naif sözleriyle ortaya koyuyor ve sadece prensesleri değil, tüm fantastik karakter temsillerini de eğip büküyor. Hikâye boyunca okuyucular, kanatları olmayan periler, denize açılmayı sevmeyen korsanlar, yüzmekten hoşlanmayan deniz kızları ve savaşmak istemeyen şövalyelerle karşılaşıyorlar. Sonuna doğru ise okuyucuda önemli bir farkındalık gelişiyor: kim olduğumuza dair sahip olduğumuz inançların ötesinde, keşfedecek ne de çok şey var! Hikâye bittiğinde ise zihnimizde yeni sorular beliriyor: “O zaman prensesler nerede yaşar? Prensesler gerçekten ‘prenses’ olmak zorunda mıdır? Aslında prenses ne demektir? Peki ya korsanlar, şövalyeler, balerinler ve süper kahramanlar? Ya hepimiz bizler için tanımlananın dışında özelliklere sahipsek ve bize atfedilenlere meydan okuyup kendimiz olmanın peşine düşmeliysek? O halde, kız çocukları için özdeşim figürü olan prenseslere atfedilen toplumsal rollere farklı merceklerden bakabilmek neden bu kadar önemli?” Tüm bu soruların cevaplarını anlamak için öncelikle “prenses” kelimesinin sözcük anlamının kökenlerini incelemekte fayda var. Fransızca princesse kelimesinden dilimize geçen “prenses”, “hükümdar kızı veya prens eşi” anlamında kullanılır ve bu sözcük Latince principessa anlamındadır. Öte yandan, bu unvanın erkek karşılığı olan “prens” ise, Fransızca prince kelimesinden türemiştir. Prince, Latince princeps sözcüğünden evrilmiştir ve “şef, önder, hükümdar” anlamına gelir. Princeps ise iki kökten oluşur: primus “ilk, ön” ve capere “almak, ele geçirmek”. Bu iki kökün bileşimi, “prens” sözcüğünü doğurur (EtimolojiTürkçe, 2025). Bu bilgiler eşliğinde küçük bir kelime oyunu yapalım ve “prenses” kelimesini bir de prens ve es kökleri üzerinden anlamaya çalışalım. “Prens” öncü olana, müzik terminolojisinde notada duraklama zamanı olarak tanımlanan “es” ise bir boşluğa işaret eder. Bu bağlamda prenses sözcüğü, öncü olan prensten arta kalan boşluğu dolduran bir figür olarak yorumlanabilir mi? Sözcük anlamının içine gömülü bu edilgenlik belki de masallardaki prenseslerin kurtarılmayı bekleyen, pasif ve bağımlı karakterler olarak temsil edilmelerinin kökeninde yatan, dilsel bir ipucunun varlığına işaret ediyor olabilir.

Bu tanımların masalların tarihindeki yansımalarına baktığımızda her kuşak için kitapların, çocukların toplumsal kalıpları içselleştirmelerinde ve bu kalıpların bir parçası haline gelmelerinde önemli bir rol oynadığını söyleyebiliriz. Viktorya dönemi ataerkil ideolojisinin yoğun etkisi altında şekillenen peri masalları, kadın karakterleri genellikle kurtarılmayı bekleyen, pasif ve bağımlı figürler olarak resmeder. Bu masallardaki prensesler, zarafet, naiflik ve itaat gibi geleneksel sıfatlarla tanımlanırken, güçlü ve bağımsız rollerden çoğunlukla yoksun bırakılmıştır. Bettleheim (1976) Masalların Büyüsü adlı eserinde, çocuk edebiyatındaki cinsiyet temsillerinin, çocukların toplumsal normlara uyumlanma süreçlerinde derin izler bıraktığını ve bu karakterlerle özdeşim kurmanın ruhsal rahatlama sağladığını vurgular. Masallar, çocukların karmaşık duygularını anlamlandırmalarına ve kendi kimliklerini inşa etmelerine olanak tanır. Prensesler gibi kurtarılmayı, korsanlar gibi savaşmayı ya da periler gibi uçabilmeyi hayal ederken, çocuklar aynı zamanda bu karakterlerin belirli özelliklerini geçici olarak ödünç alır ve zamanla bu özellikleri kalıcı olarak içselleştirirler. Bu süreçte, masalların yalnızca içeriklerinden değil, aynı zamanda nasıl anlatıldıklarından da etkilenirler. Bettleheim, masalların anlatılarak aktarılmasının onların telkin edici, sembolik ve ilişkisel temsillerinin daha derin bir etki yaratacağını savunur. Bu yöntemle, hikaye anlatıcısı konumundaki anne ve babalar, kendi öznel deneyimlerini ve bakış açılarını çocuklarına yansıtabilirler. Böylece masallar, çocuklar ve onların ilk rol modelleri olan yetişkinler arasında, içsel dünyalarını sembolik olarak ifade edebilecekleri ortak bir paylaşım alanı açar. Tam da bu aşamada, klasik peri masallarında veya post-modern hikayelerde karakterlerin nasıl temsil edildiğinden daha mühim bir konu ortaya çıkar: “Çocukları bu hikayelerle buluşturan yetişkinler nasıl kitap seçer ve çocuklar bu hikayeleri nasıl dinler?”

Çocuklar, dünyayı anne babalarının rehberliğinde keşfeder. Bu nedenle özellikle okul öncesi dönemde, ebeveynleriyle kurdukları ilişkinin niteliği, onların dünyayı algılama biçimlerini ve bakış açılarını derinden şekillendirir. Hikaye anlatıcısı olan ebeveynin sesiyle birleşen her anlatı, çocukların iç dünyasında adeta bir yankı bulur; sanki anlatıcının öznel görüşleriymiş gibi zihinlerinde yer eder. Çocuklar, dinledikleri ya da okudukları hikayelere arzularını ve korkularını yansıtarak bu karakterleri içe alır ardından özdeşim kurarlar. Bu noktada hikayeleri çocuklara anlatırken, dinlediklerinin onların dünyayı nasıl anlamlandırdığı üzerinde derin etkileri olduğunu unutmamak gerekir.

Belirtilen hassasiyetler doğrultusunda günümüzde yalnızca hangi kitapların çocuklar için uygun olduğunu tartışmak yerine, çocukların bilinçli ya da bilinçdışı olarak buluştukları hikayelerle nasıl ilişki kurduklarını gözlemleyebilmeli, düşünebilmeli ve konuşabilmeliyiz. Daha da önemlisi, çocukların fikirlerini de bu sürece dahil edebilmeliyiz. Hiçbir karakteri dışlamadan, her birinin onların fantezi dünyasındaki izdüşümlerini anlamaya çalışmalı; neden bazı karakterleri idealize ederken bazılarından kaçındıklarını merakla keşfetmeliyiz. İşte o zaman, geleceğin hikaye anlatıcılarının özgür düşünen, eleştirel bakabilen, üzerlerindeki baskıyı mücadele güdüsüne dönüştürebilen ve en önemlisi kendi özgün kimliklerini bulmanın peşine düşen bireyler olabilmelerine yol açabiliriz. Böylece hem kalıplara sıkıştırılmış hem de hayal gücünün sınırlarını zorlayan karakterlerin bir arada olduğu metinlerden oluşan, aynı zamanda iç dünyamızın farklı katmanlarını keşfetmemize yardımcı olacak, çeşitlilik dolu bir edebiyat yaratabiliriz. Bu, özellikle kız çocuklarının kendi otantik seslerini bulmalarına, özgürce hayal kurmalarına ve toplumsal kalıpların ötesinde kendilerini konumlandırmalarına fırsat verecektir.

Tekrar kitabı anımsayarak, Her Prenses Şatoda Yaşamaz’ın, çocuk edebiyatının ihtiyaç duyduğu özgürleştirici ruhun sesi olabilecek niteliklere sahip olduğunu bir kez daha vurgulamakta fayda var. İç dünyamızda önce görsel, ardından düşünsel bir devrim yaratan bu kitap; şiir gibi akan metni, boyutların ötesini hayal etmeyi mümkün kılan illüstrasyonları ve çocukken bize okunan kitaplardaki karakter temsillerini yeniden biçimlendiren özellikleriyle; yaşamın sunduğu sonsuz olasılıkları keşfetme hevesini içimizde filizlendiriyor. Kendimiz olabilmek için çıktığımız ya da çıkmaya hazırlandığımız yolculuklarda ise cesur bir yoldaş olarak, raflarımızda özel bir yeri hak ediyor. Sonuç olarak, “Her prenses şatoda yaşar mı, yaşamaz mı?” sorusunun cevabı geçmiş yaşantılarımız, toplum içinde bize atfedilen ve seçtiğimiz rollere göre değişeceğini söyleyebiliriz. Ancak, hepimizin buluşabileceği ortak bir düşünceyle yazıyı sonlandırabiliriz: Her prenses şatoda yaşar ya da yaşamaz, bu onların vereceği bir karar. Ama hiçbir prensesin kalbi şatoya sığdırılamaz. Onların tutkuları, duvarların çizdiği sınırların ötesine taşar ve kahkahaları kuş sesleriyle birleştiğinde ortaya lirik bir senfoni çıkar…

Kaynakça

Bettleheim, B. (1976). Masalların Büyüsü. Çevirmen: Kadriye Kızıl. İnkılap Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2019.

Bone, J. ve Bone, L. (2014). Her Prenses Şatoda Yaşamaz. Çevirmen: H. Selen İyicil. Okuyan Koala, 2. Basım, İstanbul, 2023.

EtimolojiTürkçe. (2025). Erişim adresi: https://www.etimolojiturkce.com/kelime/prenses

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top