Ölüm

Alina Behrend

Ölüm, ölüm korkusunu ve büyüleyici etkiyi aynı anda doğurur. Ölümün kaçınılmazlığı ve kesinliği ile ölüm zamanının ve şeklinin belirsizliği korkuya neden olur. İnsanın ölümle ilişkisini şekillendiren pek çok kültürel, sosyal, dini ve mitolojik kavram; teoriler ve gelenekler büyüleyici bir etkiye yol açar. Ölümü ele almanın merkezinde yaşamın ve ölümün anlamı, ölümden sonra olası bir varoluş ile ilgili sorular yer alır. Bu varoluşsal konular, edebiyatın ölümle ilgili çok yönlü tartışmalarını canlandırır.

Açıklama

Ölüm her canlının yaşamına son veren bir olgudur. Tıbbi açıdan ölüm, tüm organların işlev bozukluğu olarak tanımlanır. Bir başka deyişle “solunum, dolaşım ve merkezi sinir sisteminin geri döndürülemez işlev kaybı[dır]” (Psychrembel, 2002:1665) Ayrıntılı bir ölüm kavramını ele alacak olursak bu, yalnızca tüm organların işlev kaybının farkında olmayı değil, aynı zamanda ölümün nasıl gerçekleştiğini de içerir. Ayrıca ölüm sürecinin evrensel olduğu bilgisini de içerir; bir başka deyişle ölüm, her insanın başına gelir ve geri döndürülemez. Margarete Hopp, söz konusu ölüm anlayışını işlevsel olmama, nedensellik, evrensellik ve geri dönüşümsüzlükten ibaret dört boyutta bir arada toplamıştır (Wittkowski, 1990:53, vd., akt. Hopp, s.4).

Çocuklar, bu evrensel ölüm kavramını gelişimleri süreci boyunca kademe kademe anlar ve geliştirir. Anaokulu çağındaki çocuklar için ölüm, hiçbir şekilde nihai olmayan bir seyahat veya uyku benzeri bir durum olarak görülürken; 6-9 yaş civarındaki ilkokul çocukları ölümü yaşamın bitişi, geri alınamaz sonu olarak algılar (Hopp, 2010:5). Korku, özellikle kişinin kendi ölümlülüğünün farkına varmasına ve “kendi varlığının ve kendi özdeşliğinin duyumsamasının tamamen yok olmasına” sebep olur (Spiecker-Verscharen, 1982: 15). Ayrıca korkular öteki taraftaki (cennetteki) mutlu bir yaşamın var oluşuna ilişkin düşünceler hakkında 8-9 yaşında başlayan şüphelerden beslenir (Spiecker-Verscharen, 1982: 16).

Küçük çocuklar sadece yaşlıların öldüğünü düşünse de 6-9 yaş arasında ölümün evrenselliğinin bilinciyle büyüleyici etki ve korku hissi uyanır (Hopp, 2010:5). 9-12 yaşları arasında ölüm kavramı artık tamamen gelişmiş olur (Hopp, 2010:6). Bu yaşlarda, bu bilgilenme sürecinde bir kişinin kaybını yaşamak zorunda kalan bir çocuk, “kaybı ve kederi tam olarak hisseder” (Spiecker-Verscharen, 1982:16). 12-13 yaşındaki erken ergenlik evresinde, ölümü sadece varoluşu yok ettiği için korkutucu özelliğiyle görmekle kalmayan, aynı zamanda kurtuluş olarak da gören başka bir boyut daha açılır. Bu da sadece hastalıklarla boğuşulan zor bir yaşamdan değil, aynı zamanda “dünyevi acılar çeken ruh hali” gibi bu yaşta hissedilmeye başlanan “dünyadaki varoluşun eksikliklerinden” bir kurtuluştur (Spiecker-Verscharen, 1982:19).[1]

Ölüm konusunun işlendiği çocuk ve gençlik edebiyatı, bir yandan çocuğun bir ölüm kavramı geliştirmesine katkı sağlayıp ebeveynlerin de çocukla ölüm konusunda konuşmasını kolaylaştırırken, diğer yandan ölüm ve kayıp korkularıyla başa çıkmanın yanı sıra çocuğun kederi aşmasına yardımcı olur. Aynı zamanda kendi faniliğini anlamanın gerçekleştiği çok önemli bir bilgilenme adımında çocuğa eşlik eder; bu adımda, kendi bireyselliğinin ve kimliğinin gelişiminde dikkat çekici bir hızlanma görülür. Ölüm korkusunu yenerek ya da onu tartışarak, yaşam ve sonraki yaşam için yeni bakış açıları gelişir. Ölüm ve dert, acı gibi diğer uç deneyimler; kişiliğin büyüdüğü, olgunlaştığı ve geliştiği durumlardır. Öz farkındalık ölümün farkındalığından, kişinin kendi sınırlarının farkında olmasından doğar.

Edebiyattaki Anlamı

Faniliğin bilgisi ne kadar eski ise, ölümü edebi biçimde tartışmak da o kadar eskidir. Yaşam ve ölüm özellikle dinde sorunsallaştırıldığı için edebiyat daima zamanının ve kültürünün din anlayışına atıfta bulunur. Ovid’in Orpheus’un hikayesini anlattığı Dönüşümler’inde Yunan mitolojisindeki öteki dünya anlayışı yer alır: Ünlü anlatıda Orpheus sevgilisini kurtarmak için yeraltı dünyasındaki Hades’e iner.

Hristiyanlıkta yasak meyveyi yeme ve bununla birlikte cennetten kovulma, insanın faniliğinin açıklamasıdır (Yaratılış 3:1) Âdem ve Havva’nın oğulları ve kızları olarak tüm yaşayanlar bu günah sebebiyle ölümle cezalandırılır. Ortaçağ edebiyatındaki ölüm motifi, Yeni Ahit’in diyalektik bir öteki dünyayı temsil eden cehennem ve cennet kavramları ile şekillenmiştir. Ortaçağ’a özgü ölüm dansını gösteren çok sayıda resim ve metinde de hiç bıkmadan vurgulandığı gibi, ölüm burada ceza olarak karşımıza çıkar. Örneğin Dante Alighieri’nin İlahi Komedya’sı öteki dünyaya yolculuğu tasvir eder.

Ortaçağ’da Hıristiyan edebiyatı ve onunla birlikte ölüm dansları öteki dünyaya yönelmenin yanı sıra bu dünyada da Tanrı’dan korkma çağrısında bulunurken; Barok edebiyatı Memento mori [fani olduğunu hatırla] motifinin karşısına carpe diem [anı yaşa] motifini sürer ve hayatı anlamlı şekilde sürdürmeye davet eder. Ortaçağ’ın dinsel ölüm korkusuna dünyevi yaşam arzusu da eklenir. (Knöll, 2012:7).

Bu arada Aydınlanma’da ölüm estetikleştirildikçe Ortaçağ ölüm tasvirlerindeki dehşet artık anlamını yitirirken, natüralizmde bu durum yeniden tersine döner: Burada ölümün sert ve kötü yanları acımasız biçimde tasvir edilmektedir (Pfeiffer, 2002:6 vd.).

Romantizm’de ise ölüm motifi, özlem motifiyle bütünleşir. Novalis’in Geceye Övgüler yapıtında sadece sevilen birine duyulan özlem değil, aynı zamanda önceki hayatta sahip olunan ilk duruma (yani cennete) duyulan özlem de arayışın amacı haline gelir. Heinrich von Ofterdingen adlı eserinde ise ölüm, içinde her şeyin birleştiği aşkın bir ilke haline gelir.

Modern edebiyat bir tanrıyı ve dolayısıyla ölümden sonraki yaşamı reddeden Friedrich Nietzsche’nin nihilizm anlayışından etkilenmiştir. Tam da 20. yüzyılın başında ölüm varoluşun sonu olarak alımlandığı için hayata “eşsizliğini ve anlamını” veren bir “anlam kaynağı”na dönüşür (Pfeiffer, 2002:7). Rilke’nin Malte Laurids Brigge’nin Notları adlı eserindeki daha ilk cümlede, yaşam ve ölüm varoluşsal bir ilişki içine girer. Benzer şekilde birkaç sayfa sonra “fabrikasyon” bir ölüm, bireyselleşmemiş bir yaşamla karşılaştırılır ve aynı zamanda “kendine özgü” bireysel ölüm sınırlandırılır (Rainer Maria Rilke, 1996:113, vd.).

Günümüzde ölüm, sadece edebiyatta değil aynı zamanda filmlerde ve televizyonda da sayısız gerilim, suç, korku ve vampir öyküsünde hastalıklı ve korkunç olana duyulan arzuyu tatmin ediyor. Haberler, televizyon, sinema ve edebiyat aracılığıyla ölümle her yerde karşılaşmak yeni bir durumdur (Pfeiffer, 2002:2). Bu “ölümün her yerde olması” (Pfeiffer, 2002:2) durumuna aynı zamanda, daha doğrusu her şeyden önce, çocuklar da maruz kalmaktadır.

Çocuk ve gençlik edebiyatında ölüm

18. ve 19. yüzyıllarda çocuk ve gençlik edebiyatı, ölümü “uyarı şiirleri ve öyküleri için eğitici bir araç” olarak araçsallaştırırken (O`Sullivan, 2000:71), 19. yüzyılın sonlarında ölüm, çocuk ve gençlik edebiyatında tabu olmaya başlar. 1960-70’lerden sonra gerçekçi-didaktik çocuk ve gençlik edebiyatında ölümünün nesnelleştirilmesi, bu gelişmeye verilen tepkidir (O`Sullivan, 2000:71 vd.).

Gerçekçi çocuk ve gençlik edebiyatı dışında ölümle yüzleşme, özellikle İsveçli çocuk kitabı yazarı Astrid Lindgren’in 1973’te kaleme aldığı Aslanyürekli Kardeşler romanıyla başlar (Ensberg, 2006:1, vd.; Nix, 2009:20). Özellikle Karl Löwenherz’in öteki dünyaya atlayışı etrafında yoğunlaşan ve Astrid Lindgren’in eserine “gerçeklikten kaçış” suçlaması yapılmasına neden olan tartışma, ölümün ne kadar tabulaştırıldığına tanıklık eder. Lindgren’in bu öncü çalışmasını, ölümü konu alan çocuklara ve gençlere yönelik birçok kitap takip eder. Çok küçükler için resimli kitaplardan çocuk ve gençlik kitaplarına, genç yetişkinler için ergen romanlarına kadar tüm yaş gruplarındaki çocuklar için bu zor ama önemli konu üzerinde çalışılan metinler söz konusudur.

Yaşamın varoluşsal deneyimlerinden biri olan ölüm üzerine yazmak her zaman farklı, sınırlandırılmış esaslı konuları ve duyguları anlatmak anlamına gelir. Geride kalanlar için ölüm her zaman kayıp, üzüntü, başa çıkma, veda, acı ve özlemle ancak çoğu zaman da teselli ve umutla ilişkilendirilir.

Küçük çocuklara yönelik kitaplar, ölümün bu yönlerini konu alır. Ya ölü bir hayvanın (Ulf Nilsson: Die besten Beerdigungen der Welt [Dünyanın en iyi cenazeleri], 2006), sevilen bir evcil hayvanın ölümüyle (Ulf Nilsson: Elveda Bay Muffin, 2003) ya da sevilen bir büyükanne veya büyükbabanın yaşlılıktan dolayı huzurlu ölümüyle (Irina Korschunow: Mein Opa und ich [Büyükbabam ve ben], 1984; Amelie Fried: Hat Opa einen Anzug an? [Büyükbaba takım elbise giyer mi?], 1997; Hermine Stellmacher ve Jan Lieffering: Nie mehr Oma-Lina-Tag? [Artık büyükanne-Lina günü yok mu?], 2005; Birte Müller: Auf Wiedersehen, Oma [Güle güle büyükanne], 2005; Maggi Schneider: Opa Meume und ich [Büyükanne Meume ve ben], 2008) yas tutan kişinin kişisel duyguları anlatılır. Çoğu durumda, ölümden sonraki yaşamla ilgili felsefi sorular da yöneltilir. Özellikle çok küçük çocuklara yönelik resimli kitaplarda, karakter olarak antropomorfik hayvanlar kullanılır (May Velthuijs: “Was ist das?”, fragt der Frosch [“O nedir?” diye sorar kurbağa], 1994; Wolf Erlbruch: Ein Himmel für den kleinen Bären [Ayıcık için cennet], 2003; Sebastian Loth: Jolante sucht Crisula. Die Geschichte einer unendlichen Freundschaft [Jolante, Crisula’yı arıyor. Sonsuz bir dostluğun öyküsü], 2010) ya da soyut ölüm kavramı kişileştirme yoluyla somut hale getirilir (Glenn Ringtved: Warum, lieber Tod…? [Neden, sevgili ölüm …?], 2002; Hermann Schulz: Die schlaue Mama Sambona [Akıllı anne Sambona], 2007; Michael Stavaric ve Dorothee Schwab: Die kleine Frau Sensenfrau [Küçük ölüm meleği], 2010; Eduardo Galeano ve Antonio Santos: Papağanın diriliş öyküsü, 2010; Jürg Schubiger ve Susanne Berner: Der Besuch vom kleinen Tod [Küçük ölümün ziyareti] 2011).

Ölümle ilgili somut cevapları öğrenme aşkı, Mark Benecke’nin Wo bleibt die Maus? [Fare nerede?] (2008) ve Pernilla Stahlfelt’in Und was kommt dann? [Şimdi sırada ne var?] (2003) adlı öğretici yapıtlarında konu edilir. Yakın bir arkadaşın ölümü resimli kitaplarla anlatılır. Marit Kaldhol’un Abschied von Rune [Rune’ya veda] (1987), Regine Schindler’in Pele und das neue Leben [Pele ve yeni hayat] (1997) ve Angelika Kaufmann’ın Ich und Du, Du und ich [Ben ve sen, sen ve ben] (2004) kitabı bu duruma örnek olarak gösterilebilir. Inger Hermann’ın Du wirst immer bei mir sein [Her zaman benimle olacaksın](2000), Michael Dudok de Wit’in Vater und Tochter [Baba ve kız] (2003) ve Uwe Seagener’in Sarahs Mama [Sarah’ın annesi] (2009) adlı resimli kitaplarında ise bir ebeveynin ölümü ve bu deneyimle birlikte gelen kayıp, korku, acı ve çoğu zaman da yalnızlık duyguları ele alınır.

Resimli kitaplar daha çok ölümü kavramakla uğraşırken (bir başka deyişle bir kişinin veya bir hayvanın nihai yokluğu ve bununla birlikte yetişkinlerin davranışları; örneğin kültürel ritüeller, yetişkinlerin tepkileri, aynı zamanda ölümün getirdiği kederle birlikte insanın ruhsal çöküş süreci); çocuk ve gençlik edebiyatı da daha çok bir aile üyesinin kaybıyla ortaya çıkan ve bazen aileyi parçalayan veya en azından onları bir sınavdan geçiren problemleri ele alır. Bu anlamda acı, üzüntü, yalnızlık, korku ve kayıp genellikle birinci şahıs bir anlatıcı yoluyla daha etkili, bireysel ve doğrudan şekilde tasvir edilir. Bir aile üyesinin veya arkadaşın ölümü ya belirsizlik, korku ve umutla karakterize edilen ölümcül ve korkunç bir hastalığın seyri ve geride kalanlar için sıklıkla travma ile (örneğin; Elfie Donnelly: Servus Opa, sagte ich leise [Alçak sesle ‘hoş çakal büyükbaba’ dedim], 1978; Gudrun Mebs: Brigit. Eine Geschichte vom Sterben [Brigit. Bir ölüm öyküsü], 1985; Alma Posts: Auf Wiedersehen, Papa [Hoşça kal baba], 1991; Kevin Henkes: … und dann kam Joselle [ve sonra Joselle geldi],1996; Karen-Susan Fessel: Ein Stern namens Mama [Anne adlı yıldız], 1999; Monika Feth: Fee [Peri], 2000; Christoph Hein: Mama ist gegangen [Annem gitti], 2004) ya da ana karakterlerin genellikle kendini sorumlu hissettiği kaza sonucu ölümle (örneğin; Marie Thérèse Schins: Es geschah an einem Sonntag [Her şey Pazar günü oldu], 1988; Mats Wahl: Emma und Daniel [Emma ve Daniel], 1997; Sue Mayfield: Crash [Çarpışma], 2007; Jutta Treiber: Die Blumen der Engel [Meleklerin çiçekleri], 2008; Bettina Wegenast: Hannah und ich [Hannah ve ben], 2008; Joyce Carol Oates: Nach dem Unglück schwang ich mich auf, breitete die Flügel aus und flog davon [Kazadan sonra toparlanıp ayağa kalktım, kanatlarımı açtım ve uçtum] 2008; Suzanne LaFleur: Mich gibt´s auch noch! [Ben de hala oradayım], 2009; Jenny Valentine: Kaputte Suppe [Bozuk çorba], 2010; Brenda A. Ferber: Ein kleines Stück Himmel [Cennetin küçük bir parçası] 2011) veya açıklanamayan bir ortadan kaybolma ile eş zamanlı ilerler (Paulus Hochgatterer: Wildwasser [Sel], 2003; Marjoijn Hof: Tote Maus für Papas Leben [Babanın hayatı için ölü fare], 2008).

Kimi kitaplarda kahramanlar, yanlarında olması gereken arkadaşlarının üzüntüsünden dolaylı olarak etkilenir (örneğin; Annika Holm: Hilf mir, Mathilda! [Bana yardım et Mathilda!], 1999 ya da Jutta Richter: Hechtsommer [Turna balığı yazı], 2004). Kişinin kendi varlığını ve kimliğini sorgulaması kahramanın bir kardeşin kaybettiği kitaplarda daha da etkileyici hale gelir (örneğin; Ted van Lieshout: Bruder [Kardeş], 2005), bu durum özellikle ikiz kardeş söz konusu olduğunda geçerlidir (örneğin; Sigrid Zeevaerts: Max, mein Bruder [Kardeşim Max], 1986; Peter Pohl und Kinna Gieth: Du fehlst mir, du fehlst mir! [Seni özlüyorum, seni özlüyorum!], 1994 ve Tom Kelly: Die Sache mit Finn [Finn ile olan şey], 2007).

Şiddet ve savaş sonucu ölüm ve hayatta kalanların travmaları da çocuk ve gençlik edebiyatının konularındandır. Peter van Gestel’in Die Winterreise [Kış yolculuğu] (2009) ve Uir Orlevs’in Lauf, Junge, lauf [Koş evlat koş](2004) yapıtı gibi öykülerde soykırım konusuyla hesaplaşma söz konusudur.

İntihar konusu ergenlik romanlarında saklı biçimde ele alınır. Genellikle intiharın nedenleri aracılığıyla ölüm daha kavranabilir ve anlaşılabilir hale gelir (örneğin; Mirjam Pressler: Stolperschritte [Tökezleyen adımlar], 1981; Gebrand Bakker: Birnbäume blühen weiß [Armut ağaçları beyaz çiçek açar] 2001; Uwe Britten: Pille [Hap], 2004; Jay Asher: Tote Mädchen lügen nicht [Ölü kızlar yalan söylemez] 2009). Bu romanlar aynı zamanda aşk ve ölüm arasındaki bağlantıyı kurarlar (örneğin; Pernilla Glaser: Auf ganz dünnem Eis [Oldukça ince bir buzun üzerinde] 1999 ya da Margaret Wild: Jinx, 2003).

Bazı çocuk ve gençlik kitapları ölüm ve hastalığı bunu yaşayan kişinin bakış açısına göre tanımlar; böylece hayatın anlamı, kişinin kendi varoluşu, aile ve arkadaşlara veda etme ve hayata veda etme sorunsalları ön plana çıkar (örneğin; Hans Stolp: Bleib, mein goldener Vogel. Ein sterbendes Kind erzählt [Benimle kal altın renkli kuşum. Ölen bir çocuğun gözünden], 1989; Jostein Gaarder: Durch einen dunklen Spiegel [Karanlık bir aynanın içinden], 1996; Anthony McCarten: Superhero [Süper kahraman], 2008 ya da Sally Nicholls: Wie man unsterblich wird [Nasıl ölümsüz olunur?], 2008).

Çocuk ve gençlik edebiyatının ölüm sonrası varoluşla ilgili sorulara vermeye çalıştığı cevaplar, İncil’deki cennet ve cehennem, kıyamet anlayışına sıkı bir şekilde bağlı değildir. Aksine, öteki dünya ve cennete ilişkin bireysel düşüncelere dayanırlar. Görüşlerin çoğunluğu genellikle kişinin ölümden sonra bireysel varoluş anlayışını uyandırmak için sunulur. Ölen kişinin yaşama devam ettiği düşüncesi, yaşayanların anılarında tekrar tekrar aktarılır. Bununla birlikte ölümden sonraki yaşam düşüncesinin neredeyse istisnasız olarak bu dünyadan daha iyi, huzur ve sükûnet dolu olduğu düşüncesiyle şekillenir (Hopp, 2010:9).

Örnekler

Eric-Emmanuel Schmitt’in çok satan kitabı Oskar ve Pembeli Meleği, hastalık, ölüm ve ölümün anlamını başkahraman ve birinci şahıs anlatıcısı Oskar’ın bakış açısından ele alan bir çocuk kitabıdır. Fransız yazarın 2002’de yayımlanan kitabı, tedavisi olmayan lösemi hastalığına yakalanmış on yaşındaki bir çocuğu konu alır. Doktoru ve ailesi ona öleceğini söyleyemez. Oskar ölürken onun karşısında dimdik durabilen ve onunla ölümünden bahseden tek yetişkin, hastanede gönüllü olarak çalışan ve “pembeli melek” diye adlandırılan biridir. Spor yaparken yaşadığı maceraları ve edindiği deneyimleri Oskar’a öyküleştirip anlatır. Ona destek olur ve onu tanrıyla tanıştırır. Oskar, başlangıçta pembeli meleğin tavsiyesi üzerine Tanrı ile gönülsüzce konuşmaya çalışır. Bu kısa roman Oskar’ın Tanrı’ya mektuplarını anlatır; Oscar mektuplarında yazmanın iyileştirici etkisiyle deneyimlerini ele almaktadır. Oskar, pembeli meleğin eşlik ettiği iki hafta gibi hızlandırılmış devinim içerisinde bir insan hayatının bütün gelişim evrelerini yaşar. Ergenlik çağına girer, aşık olur, anne babasıyla bozuşur ve barışır, aciz doktoru suçluluk duygusundan kurtarır, Tanrı ile tanışır, yaşlanır, eli ayağı tutamaz hale gelir ve ölür. Metnin sonunda anlatı perspektifi değişir ve Oskar’ın ölümünden sonra Tanrı’ya son mektubu yazan ve Oskar’ın daha sonra pembe nine dediği pembeli meleğe geçer. Bu durum, karşılaştığımız kişilerin hayatı nasıl yaşamaya değer kıldığını açıkça ortaya koyar.

Hıristiyan inancıyla ilgili temel tartışmaya rağmen, öteki dünya hakkındaki tartışma tamamen göz ardı edilir. Oskar kalan zamanı kendini geliştirmek, inançlı olmak ve Tanrı’yı kabul etmek için harcarken, öteki dünya ile uğraşmaz; tamamen şimdiki zamanda kalır. Sadece pembeli meleğin mektubunda belirtilen bir not, okuyucuya Oskar’ın öteki dünyaya dair kanaatini gösterir: “Beni sadece yüce Tanrı uyandırabilir.” (Schmitt, 2005:105).

Schmitt, korkunç bir hastalık sonucunda bir çocuğun ölümünü, vadesi dolmuş bir yaşamın ardından yaşlılıktan dolayı ölüme dönüştürür. Böylece ölümün dehşeti ortadan kalkmış olur. Sadece öteki dünya umutlarıyla Hıristiyanlıkta iyimserlik ve güvenlik bulan kahraman için değil aynı zamanda kendilerini çocuklarının ve arkadaşlarının hastalığı ve ölümüyle barıştırabilenler için, bu yolla ürkütücü olmaktan uzaklaşılır.

Astrid Lindgren Aslanyürekli Kardeşler kitabının kahramanı Karl’ın hastalığını ve ölümünü tamamen farklı bir şekilde ele alır. Ünlü İsveçli yazarın 1973 yılında yayımladığı birinci şahıs anlatıcı bakış açısıyla yazılan kitap, öteki dünyayı fantastik bir dünya olarak betimleyerek sonluluk bilincini, kişinin kendi varlığının yok olmasını ve ölümden sonraki yaşam konusunu sorunsallaştırır.

Romanın başında “küçük çocuk” olarak anılan ölümcül hasta Karl Löwe, kendisini bu taraftaki dünyada bulur ve sağlıklı ağabeyiyle ve ebeveynleriyle yaptığı sohbetlerle ölümüne hazırlanır. Jonathan Löwe, macera ve kamp ateşleriyle dolu bir ülke olan Nangijala’ya gideceklerine dair ona söz verir. Ağabeyi Jonathan trajik bir kaza geçirir, Karl’ı yangından kurtarmaya çalışırken onunla pencereden atlayarak ondan önce ölür. Ancak Karl kısa süre sonra onun peşinden Nangijala’ya gider. Orada hastalıkları iyileşir ve ağabeyiyle birlikte zalim Tengil’e karşı bir özgürlük savaşçısı olarak cesaret gösterirler. Dahası küçük çocuk aslan yürekli Karl olur. Öykünün sonunda, ölümcül şekilde yaralanmış olan Jonathan’ı sırtına alarak acısından kurtarmak ve onunla birlikte yaşamak için öteki dünya ülkesi Nangilima’ya atlayarak bir aslanın cesaretine sahip olduğunu kanıtlar. Lindgren, küçük çocuğun öyküsünü, fantastik bir öykünün gerçek bir öyküsü ya da ölen çocuğun ateşli bir rüyası olarak okumayı okuyucuya bırakır.

Cesaret, birliktelik, uyum, arkadaşlık ve kişisel gelişimle ilgili olan öteki taraftaki dünyayı tanımlar. Bir başka anlatımla hiçbir şekilde kimlik kaybıyla bağlantılı olmayan, aksine bir kimlik bulgusuyla ilişkilendirilen bir ölüm söz konusu olur.

Önceki örnekler kahramanın ölümünü bir olay olarak tanımlarken, Wolf Erlbruch’un Ördek, Ölüm ve Lale adlı yapıtında ölüm iki karakterden biri olarak karşımıza çıkar. Alman çocuk kitabı yazarı ve illüstratör tarafından 2007 yılında yayımlanan resimli kitap, bir fabl’dır. Burada gerçekleşmesi beklenen asıl olay ördeğin ölümüdür. Erlbruch, ölüm figürünü betimlerken yaygın ölüm temsilleriyle bağ kurar. Ancak ölüm burada Ortaçağ’ın korkunç intikamcısı ve yargıcı olarak karşımıza çıkmaz; daha çok üzgün ve duygulu bir varlık olarak görünür. Onun “minik ölüm”ü büyük, yuvarlak ve hüzünlü gözlere sahip küçük bir iskelettir, ölülerin donuk yüz ifadesi onda kesinlikle yoktur, aksine yüzünde mimikler oluşmaktadır, üstelik çok da neşelidir. Büyük gözleri ile orantılı büyük kafatası onu çocuksu bir figür yapar, öykünün yavaş tonu ve illüstrasyonlar ise ona bilge bir yaşlı adam havası kazandırır. Ölüm anı, ölüm figürüne temasla görselleştirilir. Ördek ölümden onu ısıtmasını ister. İllüstrasyonda her ikisinin de nasıl karşı karşıya durduğu, el ele tutuştuğu ve birbirlerinin gözlerine bakışları görülür. Ölümün dokunuşunda, bir başka deyişle bir arkadaşının kollarındayken ördek hayata veda eder. Bundan önce ikisi de ölümden sonra ne olacağı hakkında konuşurlar. Bununla birlikte ördek ölümün, ölümden sonraki yaşamla ilgili düşüncelerinin hangisinin doğru olduğunu söyleyemediğini fark eder. Bu nedenle resimli kitap, verdiği cevaplardan daha çok geride soru işaretleri bırakır.

Erlbruch’un ölüm figürünün tehdit edici hiçbir yanı yoktur; ördeğin yaşamının son dönemlerinin sakin, nazik bir refakatçisi ve arkadaşıdır. Koruyucu kucaklamanın dilselleşmiş imgesindeki ölüm anı, korunaklı bir güven içinde olduğuna dair olumlu bir ölüm düşüncesi uyandırır.

Kaynakça

Deine Nähe spür ich noch… Sterben, Tod und Trauer als Themen der Kinder- und Jugendliteratur, yay. haz. STUBE Studienberatungsstelle für Kinder- und Jugendliteratur, Facultas, Wien, 2009.

Duhr, Katharina Betina, Tod und Sterben in der modernen Kinder- und Jugendliteratur.Rwth Aachener Üniversitesi doktora tezi, Murken-Altrogge, Herzogenrath, 2010 (= Studien zur Medizin-, Kunst- und Literaturgeschichte; 65).

Ensberg, Claus, “Tod und Sterben in der erzählenden Kinder- und Jugendliteratur”, Kinder- und Jugendliteratur. Ein Lexikon, yay. haz. Kurt Franz vd., , Payrhuber, Meitingen 2006, s. 1-45.

Hopp, Magarete, “Die neuen Bilderbücher über Sterben, Tod und Trauer”, kjl&m, 2010, sayı: 4, s. 23-30.

Hopp, Magarete, “Kinder fragen nach dem Tod. Kindliche Todesvorstellungen, Trauerreaktionen und religiöse Trostbilder”, kjl&m, 2010, sayı: 4, s. 3-10.

Knödler, Christine, “In tiefer Nacht ist der Tag so fern. Schattenseiten in der Kinder- und Jugendliteratur”, 1000 und 1 Buch, 2004, sayı: 4, s. 4-13.

Knöll, Stefanie, Lebenslust und Todesfurcht. Durckgraphik aus der Zeit des Barock, Dup,Düsseldorf, 2012.

Lexe, Heidi, “Der Tod und das Einmal-Eins”, 1000 und 1 Buch, 2004, sayı: 4, s. 39-42.

Lexe, Heidi, “Down to the River. Das Wasser und der Tod”, 1000 und 1 Buch, 2009, sayı: 1, s. 7-9.

Nix, Angelika, “Viele tausend Jahre ist man tot. Die Todesthematik in der europäischen Kinder- und Jugendliteratur.”, JuLit, 2009, sayı: 1, s. 28-23.

O´Sullivan, Emer, “Stoff- und Motivforschung”, Kinderliterarische Komparatistik, Winter, Heidelberg, 2000, s.70-75.

Pfeiffer, Joachim, “Einleitung. Zur Geschichte literarischer Todesdarstellungen”, Der Deutschunterricht, 2002, sayı: 1, s. 2-8.

Psychrembel: Klinisches Wörterbuch Walter de Gruyter, Berlin, New York, 2002, 259. baskı.

Rabus, Silke, “Und was kommt dann? Die vielen Bilder vom Tod”, 1000 und 1 Buch, 2004, sayı: 4, s. 34-38.

Rilke, Rainer Maria, “Malte Laurids Brigge”, Sämtliche Werke. IV. Malte Laurids Brigge. Prosa 1906-1926, yay. haz. Rilke-Archiv, Insel, Frankfurt am Main, 1966.

Schäfer, Horst, “Fantastische Reisen. Sterben und Tod und Trauer im Kinder- und Jugendfilm”, kjl&m, 2010, sayı: 4, s. 26-45.

Spiecker-Verscharen, Ingun, Kindheit und Tod. Die Konfrontation mit dem Tod in der modernen Kinderliteratur, Haag&Herchen,Frankfurt am Main, 1982 (= Studien zur Kinder- und Jugendmedienforschung; 9).

Wexberg, Kathrin u.a, “Ich will das nicht. Bücher über das Sterben”, 1000 und 1 Buch, 2004, sayı: 4, s. 32-33.

Wexberg, Kathrin, “Knochenmann und Sensefrau: Figurationen, Rituale und Symbole zum Thema Sterben und Tod in der Kinderliteratur”, Communicatiosocialis,2011, cilt: 44, s. 199-215.

Wexberg, Kathrin, “Nach-Erzählen. Erzählerische Annäherung an das Thema Tod in neueren Kinder- und Jugendbüchern”, kjl&m, 2010, sayı: 4, s. 55-59.

Wittkowski, Joachim, Psychologie des Todes, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, Darmstadt, 1990.

Almancadan Türkçeye Çeviren: Tuğçe Ören
Çeviri Editörü: Yeşim Tükel Kanra
Kaynak Metin: (Çevrimiçi) http://www.kinderundjugendmedien.de/index.php/stoffe-und-motive/358-tod, 26.01.2021


[1] Ayrıca gelişimin çeşitli aşamaları için bkz. “Hopp:Kinder fragen nach dem Tod. Kindliche Todesvorstellungen, Trauerreaktionen und religiöse Trostbilder”, kjl&m, 2010, sayı:4, s. 3-10; Katharina Betina Duhr, Tod und Sterben in der modernen Kinder- und Jugendliteratur [Çağdaş çocuk ve gençlik edebiyatında ölüm ve ölmek], Rwth Aachen Üniversitesi Doktora tezi, Murken-Altrogge, Herzogenrath, 2010 (-tıp, sanat ve edebiyat tarihi üzerine çalışmalar; 65).

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top