Ölen Annesini Arayan Çocuğun İzinde Edebiyat

Nurcan Demir

Hayat zamanlı yahut zamansız, beklenen ya da apansız gelen kayıplarla yüzleştirir bizleri. Kaybın ardından yaşanan sadece yas değildir. Ölümle birlikte hiç bilinmeyen birçok duyguyla tanışılır çünkü kaybedilen insanın gidişi ardında zamanla iyileşmesi gereken derin bir yara ve yeri hiç dolmayacak çok büyük bir boşluk bırakır. Nitekim geride kalanlar ömürleri boyunca bu boşluğa alışmak ve onunla yaşamak zorundadır. Biz yetişkinler için sevilen birinin kaybıyla yaşanan yıkımı ve bunun yarattığı travmayı anlayıp içselleştirmek bir hayli güçken, küçücük yüreklerde büyük kayıpların nasıl yaşandığını analiz edip anlayabilmek, küçüklerin dünyasına ışık olabilmek ve yürüdükleri yolu aydınlatabilmek çok önemlidir çünkü çocuklar da tıpkı büyükler gibi kayıplar yaşayabilirler; anne babalarını, kardeşlerini ya da aile bireylerinden herhangi birini çeşitli sebeplerden ötürü kaybedebilirler ve onlar da tıpkı yetişkinler gibi yas tutarlar. Bu kayıplar; hastalık, ölüm yahut terk edilme gibi vuku bulabilir ve bunların etkisi hayatları boyunca peşlerinden gelir. Dolayısıyla tıpkı yetişkinler için olduğu gibi çocuklar için de kayıpların ardından yas sürecinin sağlıklı bir şekilde atlatılmasını sağlamak gerekmektedir.

İnsanlık tarihinde, ilk medeniyetlerden günümüze değin ayrılık, kayıp ve ölüm olgularını anlamlandırmak için verilmiş yazınsal ve sanatsal eserlere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Bu yaratılarda, yüzyıllardır sayısız bilgelik biriktirmiş yetişkin dünyasının hafızasından bile acı yüklü anılar yansırken, söz konusu bir de anne kaybı olduğunda bunun minik yüreklerde nasıl çarptığı, çocuğun hayatında bıraktığı izler, gelecek yaşamına etkisi önemlidir.

Örneğin yazar Toby Talbot Annem Hakkında Bir Kitap adlı eserinde annesinin kaybından sonraki iyileşme sürecini şu cümlelerle ifade etmektedir. :

Dünyaya parça parça yeniden giriyorum. Yeni bir dönem, yeni bir beden, yeni bir ses… Kuşlar uçarak, ağaçlar büyüyerek, köpekler kalktıklarında koltukta sıcak bir yer bırakarak beni avutuyorlar. Bir hastalığın yavaş yavaş iyileşmesi gibi insanın kendini bu biçimde iyileştirmesi bana sevmeyi ve sevgiyi anlamayı öğreten oydu. Korkmamayı da… Ayrılık zamanı geldi. Benim için dünyaya tek başına geri dönme zamanı…[1]

Kaybı takip eden sağaltım süreci bir yetişkin için dahi bu denli zaman alan sancılı bir süreçken, bu durumu tecrübe eden çocuğa daha bilişsel ve itina ile yaklaşmak önemlidir. Bu sebeple çocuğun iç dünyasında neler yaşadığının çeşitli terapötik yöntemlerle izini sürmek ve bu dönemde çocuğa gerekli desteği sağlamak için çocuğun gelişimine uygun yöntemlerle, kaybı takip eden yas sürecinde öncelikli olarak çocuğun içinde bulunduğu durumu anlaması ve duygularını anlamlandırabilmesine rehberlik etmek gerekmektedir.

Bir çocuk için annenin varlığı onun en önemli yaşam kaynağıdır çünkü çocuk bağlılık temelli ilk ilişkisini anne karnında anne ile kurar, dolayısıyla onun yitirilmesi halinde çocuk bağlanılacak, sığınılacak en güvenli alanını ve yardımına ilk koşan koruyucu kişisi gibi sahip olduğu birçok şeyi eş zamanlı olarak kaybeder. Shel Silverstein Cömert Ağaç[2] isimli eserinde bir annenin çocuğun hayatındaki yerini betimlerken anneyi bir hayat ağacına benzetmektedir. Eserde bir erkek çocukla, onu çok seven, ona her şeyi sunan bir ağaç öykülendirilmektedir. Öyle ki ağaç için çocuğun gereksinim ve ihtiyaçları kendi varlığından dahi önceliklidir ve kendini feda etmek pahasına da olsa sahip olduklarını çocuğa adamaktan imtina etmez. Dalları ile çocuğa sallanabileceği bir oyun alanı, gövdesiyle sığınabileceği gölge, meyveleriyle de yiyecek sağlar. Hatta öykünün ilerleyen bölümlerinde çocuk bu gövdeden ağacı keserek bir tekne dahi yapar. Bu öyküde, ağaç ile anne arasında kurulan koşutluk; çocuk ile anne arasındaki ilişkiyi açık bir şekilde ifade etmektedir.

Bu bağlamda, anne arketipinin başlıca sembollerinden birinin de “hayat ağacı” olması önem arz etmektedir. Carl Gustav Jung anne arketipinin zaruri özelliklerinden biri olan toprak ve maddeyle olan ilişkisine dikkat çekerek onun aklın çok ötesinde bir bilgelik ve ruhsal yücelik; iyi olan, bakıp büyüten, taşıyan, büyüme, bereket ve besin sağlayan, sihirli dönüşüm ve yeniden doğuş yeri olduğunu belirtir.[3] Yeryüzüne kök salmış, topraktan aldıklarını evrenle paylaşan ve dallarıyla göklere ulaşan yapısıyla ağaç; sonsuzluğun, yaratımın kaynağı ve varoluşun sembolüdür.[4] Tam da bu noktada ağacın tüm kültürlerde ve dünyada besleyici ve koruyuculuğuyla büyük anneyi temsil ettiğinin altını çizmek gerekir. Anaerkil kültürün esasını da toprak bağı ve doğaya teslimiyet oluşturmaktadır, hatta annenin kapsayıcılığı öyle evrenseldir ki anneden doğdukları için tüm insanlar eşittir, toprak; tüm annelerin annesidir ve insan yaşamından daha önemli ve onurlu bir şey yoktur.[5] Tanımlardan da anlaşılabileceği gibi annelik, aklın çok üstünde bir bilgelik ve yüceliği temsil etmektedir.[6]

https://lh3.googleusercontent.com/UhCK4TttJu63YC0tyQwLWUoXySJV4kEQ0Ns2IGQV0EeSA7pA54hsnXh92nbsUl7T_e16qE9oJjIpJHN01swIHnmr3wPFXtH4SPc6OsBU

Anne ve çocuğun ilişkisi her zaman özel ve özneldir. Anne karnında başlayan bu ilişki taraflardan birinin var olmadığı durumlarda dahi devam eder çünkü bu ilişkide kurulan bağ öylesine derindir ki ancak her iki tarafın da hayatının son bulduğu an kopar. Bu ilişkinin psikolojik boyutları ve bilinçdışındaki uzantıları çocuğun hayatının her dönemine etki eder. Jung’un Anne Kompleksi olarak adlandırdığı durumda “çocuk nevrozlarında ya da etiolojik olarak erken çocukluk evresine dek uzanan nevrozlarda rahatsızlığın oluşumunda annenin daima aktif rol oynadığı gözlemlenmiştir”[7] tespitinin temelini anne arketipinin oluşturduğu açıktır. Dolayısıyla çocuğun hayat kaynağı olarak annenin çocukta nasıl bir temsil sistemi oluşturduğu önemlidir. Örneğin Jasmin Lee Cori mısralarına,

Uçabileceğini öğrenmiş yavru bir kuş misali

Atarken ilk adımlarımı mutlulukla,

Büyük bir gururla sallanarak durdum orada.

Ağzım kulaklarıma varmıştı ama

Seni bulamadım arkama baktığımda.

Anneciğim, neredeydin?[8]

diyerek başladığı şiirini “Yoksa sorun ben miydim?” sorusuyla bitirir. Alıntıda da açıkça ifade edildiği gibi çocuk her zaman kendini suçlamaktadır çünkü onu dünyaya getiren anne ne olursa olsun kusursuz ve mükemmeldir şayet ortada yolunda gitmeyen bir durum varsa bunun da tek sorumlusu küçük dünyasında çocuğun kendisinden başkası değildir. Robert Karen bağlılıkla ilgili yaptığı araştırmasında “hemen hemen bütün çocuklar, hatta taciz edilmiş olanlar bile ebeveynlerini severler” ifadelerine yer vermiştir. Bu durumu çocuk olmanın doğasıyla ilişkilendiren Karen, bir çocuğun incinmiş, hayal kırıklığına uğramış, arzu ettiği sevgiyi almaya dair tüm olasılıkları uzak tutan yıkıcı davranışlara kapılmış olabileceğini ama böyle bir çocuk için bağlanmanın, hatta endişe ederek bağlanmanın dahi sevmek anlamına geldiğini belirtir.[9]

Gerçekten de bir çocuk için kendisini tıpkı anne karnında olduğu gibi sevgi temeline oturmuş, kendini güvende hissettiği bağlılık ilişkileri kurabilmek önemlidir. Ancak bunun imkânsız olduğu tek durum annenin ölmüş olması koşuludur. Böylesi bir durumda, çocuğun yaşadığı travmanın ağırlığını omuzlarından almak yine annenin yokluğunu aratmayacak aile bireylerine düşmektedir çünkü bir çocuğun ölüm olgusunu anlamlandırması bile zorken söz konusu anne kaybı olduğunda bu durum çok daha güç bir hal alır. Elbette böylesi bir durumda ölümün gerçekleşme biçimi, bu esnada çocuğun yaşı ve daha önce ölüm kavramını tanımış yahut ilk defa bu gerçekle yüzleşiyor olması önemlidir; çünkü ölüm kavramı bir çocuk için oldukça soyut bir kavramdır. Çocuğun bunu anlamlandırmada zorlanması zekâ ile değil yaşanmış tecrübelerle ilgili bir durumdur.

Annesini kaybeden bir çocuğun sık sık “Annem gittiği yerde çok uzun kaldı ne zaman gelecek?” ya da “Annem artık işten hiç gelmeyecek mi?” hatta şayet bu kayıp çocuğun herhangi bir yaramazlığından sonra yaşandıysa “Ben yaramazlık yaptığım için mi gitti?” gibi ifadeler kullandığı bilinen bir gerçektir. Bu ve benzeri ifadeler çocuğun ölümü anlamadığının en açık göstergesidir. Bu sebeple çocuğun da kendince bir yas süreci geçirmesi gerektiği gerçeğini göz önünde bulundurarak ona ölüm olgusu açık bir şekilde anlatılmalıdır. Ancak büyükler çoğu zaman çocuk nasıl olsa anlamaz yanılgısına düşerek tabiri caizse işin kolayına kaçmaktadırlar.

Pimm van Hest Annem Her Yerde adlı eserinde annesi ölen Yolanda adındaki bir kız çocuğunun annesini arama hikâyesini anlatmaktadır. Yazarın “insanlar ölüm hakkında konuşmayı sevmezler. Sessiz kalmayı tercih ederler… Ama Yolanda sessiz olmak istemiyordu”[10] ifadesi, yaşanan kaybın ardından çocuğun yas sürecinde gereksinim duyduğu rehberliği açık bir şekilde dile getirmektedir.

Annesini kaybeden bir çocuğun ölümün bir son olduğunu anlaması ve yas sürecini atlatabilmesi zaman alan zor bir süreçtir çünkü çocuğun geliştirdiği en derin bağ annesiyle olandır. Bu sebeple ömrü boyunca yokluğunu hissedeceği bu kaybın ilk dönemlerinin en az hasar bırakacak şekilde atlatılması çok önemlidir. Yapılan araştırmalar çocukların yaşanan bu gibi travmatik kayıpların ardından kaygı ve korku, uyku bozuklukları, öfke ve dikkat çekmek için yapılan davranışlar, içine kapanma ve kendini çevreden soyutlamak için yapılan davranışlar, üzüntü, özlem ve kayıp, suçluluk, olanlarla ilgili oyunlar oynama, yaşından daha küçükmüş gibi davranma, olayları, rahatsız edici bir şekilde yeniden yaşama ve anlama ilişkin düşünceler gibi tepkisel davranışlar[11] sergilediklerini ortaya koymuştur. Bu sebeple, çocuğun sevgi ve anlayışa en çok ihtiyaç duyduğu böyle bir durumda yetişkin aile bireyleri bilinçli hareket etmekle yükümlüdür çünkü görüldüğü üzere çocuğun verebileceği tepkiler kendini soyutlayıp, sessiz kalıp içe kapanmaktan isyan ve öfke patlamalarına kadar geniş bir skalada değişkenlik göstermektedir.

Diğer taraftan süreç nasıl yaşanırsa yaşansın çocuğun yas sürecinin sağlıklı bir şekilde, en az hasarla atlatılmasının sağlanması onun gelecek yaşamında sağlıklı ilişkiler kurabilmesi için de gereklidir. Prof. Dr. Vamık D. Volkan, çözümlenmemiş kayıpların varlığını sürdürmesinin yakın ilişkiler üzerinde daha fazla yıkıcı etki yaptığına dikkat çekerek, yas tutamayan kişilerin uzun süreli sevgi bağlarını da sağlıklı biçimde sürdüremediklerini ve bağlarına ya sıkıca tutunduklarını ya da yeterince sıkı tutunamadıklarını belirtmektedir. Volkan’a göre bu, yaşamın paradokslarından biridir ve “Ölüm almak istediğinde bırakamıyorsak, yaşam gerektirdiğinde de genellikle tutunamayız.”[12] ifadeleriyle kayıptan sonra ideal olanın doğru bir yas süreci geçirmek olduğunu vurgulamaktadır.

Gerçekten de çocuğa doğru yaklaşabilmek ve ona yardımcı olabilmek için öncelikle yetişkinlerin ölümü, insanca bir duygu durum hali olan acı çekmeyi ve yas tutmayı kabullenmesi ve normalleştirmesi önemlidir. Örneğin, Yolanda annesini ararken annesinin en yakınlarına sorar onu nerede bulabileceğini. Babası, teyzesi, büyükannesi, büyükbabası, annesinin en yakın arkadaşı sırasıyla ona annesinin hayatlarına olan dokunuşlarını ve onlardaki anlamını anlatırlar. Böylece Yolanda artık hayatında hiç göremeyeceği annesinin varlığını nasıl hissedebileceğini, onun kalbinde yaşadığını ve her yerde olduğunu anlar.

Yolanda’nın hikâyesi çocuklar için ölüm kavramını nesnelleştirmeye ve anlatmaya yönelik önemli ve eğitici bir eser. Yapıt, binlerce farklı kültür ve inanç biçiminde ve tüm dünyada ölümün evrensel bir kavram ve yas tutmanın da insani bir davranış olduğunu öykülendirirken, çocuklar için gerekli olan ölümü anlamlandırmanın en yalın halini ve sağaltım sürecinde verilebilecek desteği şiirsel ve yalın ifadelerle anlatıyor. Eserde ölümü anlatırken somut kavramlar kullanılması çocuğun yas sürecinde olup bitenleri kavraması için doğru bilgi verilmesinin önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Annenin uyuduğu, cennete gittiği, melek olduğu, onu bir yerlerden izlediği gibi hiçbir soyut kurguya yer verilmemiş olması, annenin geri dönmemek üzere gittiğini çocuğun kavramasına yardımcı olup çocuğun hayali beklentiler kurmasının önüne geçiyor. Eserde, ölümü anlamlandırma sürecindeki çocuğun sürekli sorular sorması ve her sorusuna yaşına uygun bir dille verilen, doğru ve tatmin edici cevapları alması ise gerçekte bu durumu yaşayan küçük bireyler için sağaltım süresinde izlenmesi gereken yol haritasını çizmekte.

Sonuç olarak, anne karnından başlayarak kurulan bağın ve ideal ilişkilerde mevcut güvenli, korunaklı ortamın, huzur ve mutluluğun bir anda yitirildiği durumdur anne kaybı. Hayat Ağacı arketipinde olduğu gibi yaşam ve koşulsuz sevgi kaynağını yitirmenin acısıyla, ölüm gerçeğiyle yüz yüzedir çocuk ve bu gerçekle büyümek zorundadır. Bu sebeple, çocuğun yasının bilincinde olmak ve bu süreçte ona doğru desteği vermek çocukların hem akut dönemdeki travmalarını en az hasarla atlatmalarını hem de gelecek yaşamlarında sağlıklı ilişkiler kurmalarını sağlamak için önemlidir. Diğer taraftan, çocuk büyürken hayatında ona eşlik edecek yetişkinlerle güvene dayalı bir ilişki geliştirebilmesi için özellikle kaybın yaşandığı ilk günlerde doğru bilgilerin çocuğun yaşı ve ruh hali göz önünde bulundurularak en uygun dille açıkça anlatılması gerekmektedir çünkü çocuğun bu acıdan geçerken öğrendikleri geri kalan yaşamında tıpkı bir parmak izi gibi onunla yaşayacaktır.

Yaşadığımız büyük deprem felaketinin ardından, annelerini, yakınlarını kaybeden hatta kimsesiz kalıp sevgi evlerinde yahut koruyucu aile yanında büyüyecek çocuklarımız için güzel bir gelecek kurabilmeyi ve bir gün hepsinin mutlu ve güzel bir hayatı olmasını hayal ederek hazırladım yazımı. Dilerim öyle de olur…

Kaynakça

Cırlot, J. E. (2001) A Dictionary of Symbols, Trans: Jack Sage, Routledge & Kegan Paul Ltd: London

Cori, J. L. (2021) Annenin Duygusal Yokluğu, Çev: Belgin Selen Haktanır, Koridor Yayıncılık: İstanbul.

Fromm, E. (1997). Rüyalar Masallar Mitoslar, Çev: Aydın Arıtan, Kaan Ökten, Arıtan Yayınevi: İstanbul.

Hest, P. V. (2020) Annem Her Yerde, Çev: Öznel Akdik İşli, Gergedan Yayınları: İstanbul.

Jung, C.G. (2019) Dört Arketip, Çev: Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları: İstanbul. 

Karen, R. (1998) Becoming Attached: First Relationships and How They Shape Our Capacity to Love, Oxford University Press: New York.

Silverstein, S. (2018) Cömert Ağaç, Çev: Sevim Öztürk, Bulut Yayınları: İstanbul.

Talbot, T. (1980) A Book About My Mother, Farrar Straus& Giroux: New York.

Türk Psikologlar Derneği, Çocuklarda Yas Anne Baba El Kitabı, Unicef.

Volkan, V. D., Zıntl, E. (2022) Kayıptan Sonra Yaşam “Komplike Yas ve Tedavisi”, Pusula Yayınevi:Ankara.

https://www.redbubble.com/i/sticker/Tree-of-Life-Breastfeeding-by-Mahmoud55/93933731.EJUG5

  1. Talbot, T. (1980) A Book About My Mother, Farrar Straus& Giroux: New York.
  2. Silverstein, S. (2018) Cömert Ağaç, Çev: Sevim Öztürk, Bulut Yayınları: İstanbul.
  3. Jung, C.G. (2019) Dört Arketip, Çev: Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları: İstanbul, 22.
  4. Cırlot, J. E. (2001) A Dictionary of Symbols, Trans: Jack Sage, Routledge & Kegan Paul Ltd: London, 347.
  5. Fromm, E. (1997). Rüyalar Masallar Mitoslar, çev. Aydın Arıtan, Kaan Ökten, Arıtan Yayınevi: İstanbul, 262.
  6. https://www.redbubble.com/i/sticker/Tree-of-Life-Breastfeeding-by-Mahmoud55/93933731.EJUG5
  7. Jung, C.G. (2019) Dört Arketip, Çev: Zehra Aksu Yılmazer, Metis Yayınları: İstanbul, 22.
  8. Cori, J. L. (2021) Annenin Duygusal Yokluğu, Çev: Belgin Selen Haktanır, Koridor Yayıncılık: İstanbul.
  9. Karen, R. (1998) Becoming Attached: First Relationships and How They Shape Our Capacity to Love, Oxford University Press: New York, 230.
  10. Hest, P. V. (2020) Annem Her Yerde, Çev: Öznel Akdik İşli, Gergedan Yayınları: İstanbul.
  11. Türk Psikologlar Derneği, Çocuklarda Yas Anne Baba El Kitabı, Unicef, 15.
  12. Volkan, V. D., Zıntl, E. (2022) Kayıptan Sonra Yaşam “Komplike Yas ve Tedavisi”, Pusula Yayınevi:Ankara, 11.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top