Nöstlinger ve Baba Figürünün Çöküşü

Necdet Neydim

1936 yılında Viyana’da doğan Nöstlinger, işçi bir ailenin çocuğudur. Güzel Sanatlar Akademisinde grafik eğitimi alan yazar, 1970 yılında Feuerrote Friederike (Ateş Kırmızısı Friederike) adlı kitabıyla üne kavuşmuştur. Yazar bugüne dek yüzün üzerinde kitap yazdı. Kitapları ondan fazla dile çevrildi ve Avusturya ve Alman Gençlik Kitapları Ödülü’nü, Avusturya Devlet Ödülü’nü, Hans Cristian Andersen ve ALMA ödüllerini aldı. Ateş Kırmızısı Friederike ile başlayan çocuk gençlik kitaplarıyla 68 hareketinin etkisi bağlamında çocuk ve gençlik edebiyatına yeni bakış açısı getirdi. Kitaplarında “orta halli” (küçük burjuva) ailelerin çocuklarının yaşamını gerçekçi bir biçimde yansıtan Nöstlinger, aile ve eğitim kurumlarına yönelik eleştirilerini bu yapıtlarında belirgin bir biçimde ortaya koydu. Nöstlinger’in kitaplarının birçoğu Türkçe’ye çevrildi. Bu kitaplardan “Kim Takar Salatalık Kralını”, “İlse Evden Kaçtı”, “Konrad Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk” ve “Hadi Ama Baba” bu çalışmamızda ele alınacaktır.

Kim Takar Salatalık Kralını ve Baba Otoritesinin Çöküşü

Sıradan bir ailenin mutfağında günün birinde 50 cm boyunda salatalığa ya da kabağa benzer, kendisinin kral olduğunu iddia eden garip bir yaratık ortaya çıkar. Kralın söylediklerine göre, kilerde yaşayan Kumi-Ori halkı ihtilal yaparak onu başından atmıştır. Son derece kendini beğenmiş, ukala, buyrukçu ve otoriter olan bu kral karşısında bütün aile şaşkınlığa uğramıştır. Aile başlangıçta ona yakınlık gösterir ama kralın otoriter tutumu ve akıl almaz istekleri aileyi çileden çıkarır. Baba dışında herkes artık ondan kurtulmak istemektedir. Yazar geleneksel ve otoriter aile reisi olarak sembolize ettiği babayı bu kralla özdeşleştirir. Kralla özdeşleşen baba, onun için ailede herkesi kırar geçirir. Babanın kralla pek çok özdeş yönü vardır. Baba da kral gibi otoriter, geleneksel bir aile reisidir. Bu özdeşlik onu, kralla yatağını bile paylaşmaya götürecektir. Kitapta otoriter eğitimin karşısında kışkırtıcı ya da bir ölçüde anarşik bir başkaldırı vardır. Nöstlinger, eğitim sistemindeki ezbercilik geleneğini, kalıplarla düşünmeyi ve sorgulamadan yaşamaya alıştığımız bütün gelenekleri altüst ediyor.

Babanın otoriter tavrı; ailenin, babanın bu tavrına karşı koymasını kolaylaştıran bir ögedir. Kitabın sonunda baba gerçekleri görür ve otoriter olmanın kötülüklerini başına gelenlerle daha iyi kavramış olur. Kral onu kandırmıştır. Onu zengin edeceğine söz vermiş ancak bu sözünü yerine getirmemiştir. Ancak babayı kandırdığı süre içinde çok iyi yaşam olanaklarına kavuşmuştur. Kitap bu yönüyle otoriter ilişkilerdeki ikiyüzlülüğü ve çıkar ilişkilerini gözler önüne sermektedir. Sonunda salatalık kralından kurtulurlar. Baba kandırıldığını anlamasından sonra şoka girer. Aile ise baskı ve otoritenin insanı nasıl değiştirdiğine ve onun çıkarcı, garip bir varlığa dönüşmesine tanık olmuştur.

Konrad Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk

Eşitlikçi çocuk edebiyatının önemli temsilcilerinden olan Avusturyalı yazar Christine Nöstlinger’in idealize çocuk figürüne eleştirel yaklaştığı önemli çocuk kitaplarından biridir Konrad.

Yazar; kitabına örnek insan olarak yetiştirilmeye çalışılmış, annesi tarafından böyle yetiştirilme çabalarının ardından, kocası tarafından da örnek eş yapılmaya çalışılan ve toplumun karşı koyuşlarına, tepkilerine karşın kendi figürünü bağımsızca oluşturmuş bir kadın olan Bayan Bartolotti tiplemesiyle başlıyor.

Bayan Bartolotti yalnız yaşayan bir kadındır. Kocasından ayrılmıştır. Halı dokumada ustadır, bir dokuma sanatçısıdır. Yukarda da değindiğimiz gibi bağımsız bir karakteri vardır, ancak bu tipleme katı değildir. Ama yine de çocukluğunda alıştığı gibi yapması gerekenleri kendisine bir buyrukla hatırlatmaktan da vazgeçemez. Bu hatırlatmayı da banyonun beyaz fayansının üzerine rujuyla yazdığı notlarla yapar: “RİMEL ALMAYI UNUTMA!”

Bayan Bartolotti ne giysileriyle ne makyajıyla ne de yaşam biçimiyle alışılmış bir tip değildir. İşte alışılmışın dışında bir tip olan Bayan Bartolotti’ye günün birinde bir paket gelir ve paketin içinden kocaman bir konserve kutusu çıkar. Bu kutudan da yedi yaşında, bronz tenli, sağlıklı, pembe yanaklı, açık mavi gözlü, beyaz süt dişli ve sarı lüleleri olan çıplak bir çocuk çıkar. Çocuğun elinde, içinde vatandaşlık belgeleri ve aşı karnesi bulunan bir zarf vardır. Mektupta çocuğun bir fabrika ürünü olduğu ve en son teknolojiyle, en mükemmel şekilde üretildiği yazar.

“Ürünlerimizin kullanımı ve bakımı son derece kolay olduğundan size hiçbir zorluk çıkarmayacağını garantileyebiliriz. En son teknolojiyle çalıştığımızdan ürünlerimizde özür bulunmaz. Ürünümüz olağan bakımı dışında ilgi ve sevgiye de gereksinim duyacak şekilde oluşturulmuştur. Bu durumu sizden özellikle rica ederiz.” (s. 19)

Ürün özelliği “ilgi ve sevgiye gereksinim duyacak şekilde” diye tanımlanan fabrikasyon bir çocuk… Gittiği aileye neşe ve mutluluk getirecek, her türlü isteğe göre hazırlanmış, istenen her şeyi verecek ama ona gıda ve giysi dışında yalnızca ilgi ve sevgi verilecek. Peki daha başka ne özellikleri var konserve çocuk Konrad’ın? Kondrad:

– Anne ve babaların, çocuklarını uslu durduklarında öperek ödüllendireceğini,

– Hiçbir şeyi kırmaması, hiçbir şeye zarar vermemesi gerektiğini,

– Anne babasının hoşuna giden şeyin onun da hoşuna gitmesi gerektiğini,

– Erkek çocukları sadece yüzlerini yıkarken ve dişlerini fırçalarken aynaya bakacağını, bunun dışında aynaya bakanların kendini beğenmiş olduğunu,

– Annesine ev işlerinde yardım edeceğini, bulaşıkları yıkayabileceğini, etrafı süpürebileceğini, çöp kutusunu boşaltabileceğini ve bunun bir görev olduğunu,

– Oyun oynarken evi dağıtmaması ve annesini rahatsız etmemesi gerektiğini,

– Erkek çocukların bebekle oynamadığını,

– Çoğu annelerin çalıştığını, bazı çocukların anneanne yanında, bazılarının tam gün okulda olduğunu, bazılarının da anahtarları yanlarında dolaşan anahtar çocuk çocukları olduklarını,

– Kötü ya da ayıp bir şey duyduğunda utanıp kızarması gerektiğini,

– Önlerine konan her şeyi yemesi gerektiğini,

– Yatmadan önce şeker yememesi gerektiğini,

– Üstün bir çocuk olması gerektiğini,

– En önemlisi de suçluluk duygusuyla, görev duygusunun ne olduğunu çok ama çok iyi biliyordu.

Böyle bir çocuğun anneliğini üstlenecek olan Bayan Bartolotti modaya uygun ama tek tip giyinen insanlarla ilgili de şöyle düşünüyordu:

“Çünkü insanlar sıkıcı ve tekdüzedirler, hayal gücü olmayan kimseler de hep aynı şeyi giymek isterler, yenilikten çekinirler. (s. 27)

İnsanlar düşünmekten ve yaratıcı olmaktan kaçınmaktadırlar. Başkalarının onun yerine düşünmesi işlerine gelmektedir. Bunun en belirgin yansıması moda da olmaktadır. Moda başkalarının benim yerime düşünüp, benim dış görünüşümü belirlemesi değil midir?

Bayan Bartolotti, çocuk şarkıları da bilmez. Onun yerine söylediği şarkı hiç de bir çocuk şarkısı değildir:

“Orda bir tepenin üstünde oturur bekçi baba

Sallar poposunu bekçi baba

Hıyar doğrar bekçi baba

Yapar hıyar salatası bekçi baba” (s. 34)

Ayrıca çocuğun belli bir saatte yatağa gitme kuralına “Yorulunca gidersin” diye karşılık verir.

Eczacı Bay Egon, var olan düzenin prototip baba sembolü gibidir. Giysisiyle, yaşam ve davranış biçimiyle idealize bir figürdür. Yalnızca kendisi idealize olmakla kalmayıp Bayan Bartolotti’ye de idealize olmanın kurallarını sayar:

“Senin tümüyle değişmen gerekli. Daha düzenli olacaksın, doğru dürüst davranacaksın, annelerin nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranacaksın, daha terbiyeli olacaksın. Daha ağırbaşlı olman gerekli, öyle tuhaf giyinmeyi de bırakmalısın! Bundan böyle evinin hep derli toplu olması gerekli, düzenli yemek pişirmen ve söylediklerine dikkat etmen gerekli. Yedi yaşındaki erkek çocukların duyması gereken türden yararlı ve iyi şeyler söylemen gerekli.” (s. 44)

Kime ters gelir ki bu çizilen tip? Oysa Bayan Bartolotti hayatı algıladığı ve yorumladığı biçimde yaşamak istemektedir. Hayatı asla doğru dürüst, görgülü, ağırbaşlı, düzenli, terbiyeli, gelenekçi, ev kadını sözcükleriyle yorumlamaz. Bu sözcükleri sevmez.

Komşu kadın Bayan Rusika insanların dışa dönük yapmacık görünüşleriyle, kendi içlerindeki gerçeğin çelişkisini vurgulayan önemli bir örnektir.

“Bay ve Bayan Rusika iyi aile terbiyesi almış kimselerdi, iyi aile terbiyesi almış kimseler gibi gerçi bir şey sormadılar, ama hep bir ağızdan “Tabii memnuniyetle” derken de şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. (s.48)

Bayan Bartolotti’nin yedi yaşında bir oğlu olduğunu öğrendiklerinde gösterilen tepkidir bu. Ama bu meraklarını kibarlıkla Bayan Bartolotti’ye belli etmemişler, ancak kapıyı kapatır kapatmaz dedikoduya hemen başlamışlardır.

Bayan Rustika’nın terbiyesi henüz bir yetişkin düzeyine erişmemiş yedi yaşındaki kızı Kitti ise doğal merakını gidermek için hemen soruvermişti:

“Sizin bir oğlunuz mu var Bayan Bartolotti?” (s. 49)

Kitti, ne idealize bir çocuk ne de idealize bir kız figürü çizer. Yedi yaşındadır ve yedi yaşın getirdiği özellikleri taşır. Meraklıdır, yaramazdır, oyuna düşkündür. Arkadaş ilişkilerinde, kimlik arayışında olabildiğince kendini ortaya koyar. Kız olarak pısırık, edilgen değildir. Dayak yiyen uslu çocuk Konrad’ı o korur.

Konrad, eğitim sistemi içinde de idealize bir figür çizer. Çalışkandır, yazısı düzgündür, okuması pırıl pırıldır. Matematik sorularını en kısa zamanda çözer. Öyle zeki ve bilgilidir ki okula bile üçüncü sınıftan başlar. Sınıfta uslu çocuktur. Öğretmenin sözünden hiç çıkmaz. Yaramazlık yapan arkadaşlarını öğretmene söyler, hem de onların yakınlığını yitirme pahasına… Hiç küfür bilmez, yüzü kızarır. Sınıfta arkadaşlarına kopya vermez, yardım etmez. Beden eğitiminde bile en başarılı odur. Ama bu ideal çocuk toplum içinde kendini koruma becerisinden yoksundur. Daha sosyal olan Kitti korur onu. Konrad da bunun çelişkisini yaşar.

“‘Yedi yaşındaki bir kızın yedi yaşındaki bir erkek çocuğu koruması doğru mudur? Aslında erkek çocuğun kız çocuğu koruması doğru değil midir?’ diye sordu Konrad.

‘Konrad’ dedi Bayan Bartolotti. ‘Kimin kimi koruduğunun ne önemi var ki, önemli olan korunması gereken kimsenin korunması!’

‘Peki’ dedi Konrad ‘Diğerleri böyle bir duruma gülmezler mi?’

‘Bak Konrad’ dedi Bayan Bartolotti. ‘Şunu aklında tut. Başkalarının ne dediğiyle ilgilenmen gerekmez. Unutma bu, yaşamdaki her şeyden daha önemli olabilir bazen. Hep başkalarının ne diyebileceğini düşünürsen ve hep başkalarının yaptığını yaparsan, sonunda sen de onlardan biri gibi olursun, sonra da kendini sevmemeye başlarsın.’” (s. 82)

Yazarın düşünceleri hep Bayan Bartolotti karekteri üzerinden okurla buluşur. Örnek insan tipi kişiliksizlik olarak gösterilir. Başkalarının yaptığını yapmak ve onlara göre davranmak kişiliksizliktir ve kişiliksiz insan kendini sevemez. Yazar bu örnek insan tipini yıkmaya çalışır. Bu konuda en önemli aracı bir kızdır. Masallardan başlayarak Orta Çağ ve Aydınlanma Dönemi’nde de hep edilgen olarak sunulan kız figürü burada etken bir konuma geçer. Kadına kimlik ve sorumluluk verilir. Hem de erkeğin karşısında. Bugüne dek sunulan idealize erkek figürünün de edilgen olduğunu belirlemiş ve ona kimlik ve etkenlik kazandırmak için bir kızı ortaya çıkarmıştır. Burada en önemli dayanağı sevgidir. Konrad, Kitti’yi sevmektedir.

Artık örnek insan tipinin yıkılma süreci başlayabilir. Fabrikadan gelen mektup başlatır bu süreci. Fabrika yanlışlık yapıldığını söylemekte ve çocuğu geri istemektedir. Ama sevmeyi öğrenmiş olan Konrad gitmek istemez, diğerleri de onu bırakmak istemezler. Asıl önemlisi Konrad’ı nasıl yanlarında tutacaklarıdır. Çözüm yine Bayan Bartolotti’den (yani yazardan) gelir. Bunun yolu Konrad’ın prototip özelliklerinden kurtulmasındadır. Burada yazar yine Kitti’yi devreye sokar. Onun, o özelliklerini değiştirecek olan Kitti’dir çünkü onlar birbirlerini daha iyi anlarlar. Ve Konrad bütün idealize özelliklerinden kurtulur. Küfretmeyi öğrenir, ortalığı batırır, küstahlaşır, ayıp şarkılar söyler. Fabrikadan ürünlerini almaya gelen üniformalı adamlar Konrad’ın kendi ürünleri olamayacağını söylerler. Ürünü ısmarlayan çift ise şöyle der:

“Böyle bir çocuk korkunç bir şey!”

“Biz en iyisi bir köpek alalım!” (s. 135)

Ve Konrad kurtulmuştur. Acaba gerçekten kurtulmuş mudur? Bunu Konrad’ın şu sorusundan anlayabiliriz:

“Şimdi hep böyle mi olmam gerekli?” (s. 136)

İşte bu soruya verilen yanıtlar idealize figürden vazgeçmenin ne denli güç olduğunu gösterir.

“‘Allah göstermesin’ diye haykırdı Bay Egon (s.136)

Bay Egon Konrad’ı ideal üretim şekliyle istemektedir.

‘Eskisi gibi mi olmam gerekli?’ diye sordu Konrad.

Bu kez de ‘Allah göstermesin!’ diye haykıran Bayan Bartolotti’ydi.” (s. 136)

Bayan Bartolotti, yani yazar da örnek nitelikte olamayan bir karaktere yanlıdır. Ama sonuçta çözümü çocuklara bırakmayı yeğler. Kendi kişiliğini çocuğun kendisi belirlemelidir.

“Kitti kolunu Konrad’ın omzuna koydu, ‘Ah Konrad sen hiç kaygılanma’ dedi, ‘Biz bunun da üstesinden geliriz.’”(s. 136)

Nöstlinger, bu kitabıyla idealize çocuk kavramına ve idealize çocuk tipi yaratılmasına karşı çıkmaktadır. Çağdaş bakış açısında idealize figür çocuğun kendi kimliğini bulması yerine, var olan prototiplere benzeyip kişiliksizleşme anlamına gelmektedir. Oysa çocuk kendi kişiliğini çizmekte özgür olmalı ve kimliğini yaratmayı becerebilmelidir. Dıştan gelen müdahaleler çocukta kimlik yitimine neden olmakta ve çocuğun yaratıcılığı ortadan kaldırılmaktadır.

Kadın erkek eşitliğine değinen ve prototip aile ve anne-baba yapısına da eleştiri getiren Nöstlinger böyle bir yapının ne denli dayanaksız ve dayanıksız olduğunu da vurgulamaktadır.

İlse Evden Kaçtı: Boşanmış Ailede Ergen Kız Çocuk-Anne Çatışması

Nöstlinger; İlse Evden kaçtı isimli kitabında gençlik sorunlarına, özellikle ergenlik sorunlarına değiniyor. Ayrı anne babaların çocuklarının aile içi ilişkileri, karşılaşılan sorunlar, bunalıma dönüşen ilişki kopuklukları romanın ana örgüsünü oluşturmaktadır.

Romanda öne çıkan kahraman olan İlse, 14 yaşındadır. Annesi kocasından boşandıktan sonra yeniden evlenmiş ve İlse; annesi, üvey babası ve küçük kardeşi Erika’yla birlikte yaşamaya başlamıştır. Yeni aile ne denli sağlıklı bir görüntü ortaya koysa da- üvey baba iyi bir adam- İlse yaşının getirdiği sorunların da etkisiyle ailesiyle sürekli tartışır. Okuldan kaçan ve kendini bunalımlı bir yaşamın içine atan İlse bu yaşamdan kurtulabilecek çıkış yollarını bulamamakta aksine, böyle bir yaşamın başlangıçta ona verdiği özgürlüğün ve renkliliğin cazibesine kapılmış görünmektedir.

Özellikle annenin İlse’yle iletişim kopukluğu, İlse’nin evden kaçmasına neden olur. Bu kaçışta İlse annesinin banka hesabını da çalmış ve kendisinden büyük bir erkekle kaçmıştır. İlse sonuçta bulunup eve getirilir ancak o yine evden kaçmanın ve sinema oyuncusu olmanın planlarını yapar.

Romanda geri planda tutulmasına karşın, onun gözüyle anlatılması nedeniyle ön planda olan Erika, İlse’nin yaptıklarına karşı olmasına rağmen onun varlığından mutluluk duymaktadır. Çünkü İlse onun yalnızlığını gidermektedir. Erika her ne kadar İlse ile güçlü bağlara sahip olmasa da -çünkü İlse onun varlığını hissetmez bile- Erika onunla aynı odada var olmasından mutludur.

Roman açık bir sonla biter. Gerçekte sonu oluşturmak okura bırakılır. Ancak roman; ilişki kopukluklarının aile içi iletişim eksikliğinin çocukları nasıl etkilediğini, çocukları anlamadan, onların bunalımlarını kavramadan onların hayatlarına müdahale etmenin onlar üzerinde yarattığı itici ve uzaklaştırıcı etkilerine değinir. Sorgulayıcı bakış açısı, çözüm dayatmayan tavrıyla Nöstlinger, Türk gençlik edebiyatına getirdiği bakış açısıyla da önemli bir çıkış yolu oluşturmaktadır.

Baba Kız Birlikte Yaşayabilir mi? “Hadi Ama Baba”

Feli, ergenlik dönemine girmiş bir kızdır ve onun doğal sonuçlarını yaşamaktadır. Anne babası boşanmıştır ve Feli annesiyle birliktedir. Annesi gazetecidir, babası ise grafik tasarım firması sahibidir. Her ikisinin bir işinin olması Feli’nin ekonomik sorunlar yaşamadığının göstergesidir ama yine de sınırsız bir yaşam sürdürmediği de gerçektir. Zaman zaman anne babasının ayrı oluşunu kullanır, birinin hayır dediğine diğeri evet diyebilir.

Feli, okulda da dersleri iyi giden bir öğrencidir ama sınıftaki arkadaşlarıyla çatışmalar rekabetler, sevgi ya da kıskançlık durumlarıyla karşılaşabilmektedir. Doğası gereği sevdiği ve nefret ettiği arkadaşları vardır.

Günlerden bir gün Feli’nin hayatı bir anda değişiverir. Annesi büyük bir sürprizle eve gelmiş ve ona Münih’e taşınacağını söylemiştir çünkü orada daha iyi bir iş bulmuştur ve daha güzel bir hayat yaşayacaktır.

Münih’e taşınır. Feli’yi kız kardeşinin yanına yerleştirir. Ama Feli’nin teyzesi klasik bir ev kadınıdır, ailesinde geleneksel davranışlar egemendir ve herkesin buna uyması beklenir ve uymayan cezalandırılır. Teyzesinin kocası da otorite sevdalısıdır evde onun mutlak hakimiyeti söz konusudur.

Feli, teyzesinin evinde yaşadığı sorunlar nedeniyle oradan kaçar ve Münih’e gider. Ama anne ve babasının başlangıçta bundan haberi yoktur.

Nöstlinger, ergenlerin, çocukların, kadınların sorunlarına değinirken her zaman kadından yana tavır alan, cinsiyet eşitliğini öne çıkaran, buna aykırı olan durumlarda eleştirel yaklaşan ama bunu çarpıcı bir ironi ile gerçekleştiren bir yazardır. Bu metinde de aynı tavrı ortaya koymuş ama bu kez genç kızdan yana ve onun hayatın içinde var olduğunu ve onun da kendine özgü hayatı algılayışı olduğunu vurgulayarak.

Feli teyzesinin yanından kaçmıştır, çünkü kimliğini ortadan kaldıran tavırlara dayanamamıştır. Baskı, ceza ve affetme üzerine kurulu düzene uyum sağlayamamıştır. Evden kaçışı kaybolup gitme üzerine değildir. Annesinin yanına gitmiştir çünkü onunla birlikteyken özgürlüğü olan bir varlıktır. Annesi ve babası bu durumu öğrenince elbette çıkıp gelmişler ve yeni bir çözüm üzerine konuşmaya başlamışlardır. Aslında Feli çözümü kendi dayatmıştır: Feli babasıyla birlikte yaşamak ister, en azından okul bitene kadar.

Baba-kızın birlikte yaşamı, onların hem birbirlerini hem de hayatı yeniden keşfetmesi demektir. Bir süre birlikte yaşayan ve birbirlerinin sorunlarının, kimliklerinin farkına varan Feli ve babası her şeye rağmen bir arada yaşamayı ve mutlu olmayı becerebilmişlerdir. Sonuçta baba-kız, Feli annesiyle daha iyi anlaşıyor olsa bile birbirlerinin hayatını kolaylaştırabilmiş, Feli babasını kendisine yakınlaştırmış ve farklı cinsel kimlikte olsalar da anlaşabilmeyi, birbirlerini sevebilmeyi becerebilmişlerdir. Nöstlinger başka bir çözümle çıkmıştır karşımıza.

Sonuç

Nöstlinger; kitaplarında çocuk gerçekliği, çocuk eşitliği, cinsiyet eşitliği kavramlarını öne çıkarmış ve metinlerinde kadın özgürlüğünden yana tavır almıştır. Gelenekseli temsil eden mutlak baba otoritesini mizahi örnekleriyle alaya almış ve onun gerçek insan olma çabasını olumlamış ama bunun gerçekleşmediği durumlarda çocuğun babasının gerçekliğini kavramasını sağlamaya çalışmıştır.

Kaynakça

Ewers H.-H. (Hg.), Jugendkultur im Adoleszenzroman. Jugendliteratur der 80er

und 90er Jahre zwischen Modrne und Postmoderne, Weinheim/München

1994

Neydim Necdet: Çeviri Çocuk Edebiyatı Bilgiyolu Kültür Yayınları, İstanbul 2019

Nöstlinger Christine: Hadi Ama Baba, Çev: Suzan Geridönmez, Günışığı Kitaplığı, İstanbul 2004

Nöstlinger Christine: Konrad Konserve Kutusundan Çıkan Çocuk, Çev: Mine Kazmaoğlu Günıışığı Kitaplığı, İstanbul 2005

Nöstlinger Christine:Kim Takar Salatalık Kral’ı, Çev: Selahattin Dilidüzgün Günışığı Kitaplığı, İstanbul 2008

Nöstlinger Christine: İlse Evden Kaçtı, Çev: Selahattin Dilidüzgün, Düzlem Yayınları, İstanbul 2000

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top