Kırpık, Pelin’den daha önce aileye katılmıştı. Pelin’in ailesi, Pelin’in annesinin kendisine hamile olduğunu ilk fark eden kişinin, siyah melez köpekleri olduğunu sık sık ona anlatırdı. “Annenin yanından hiç ayrılmamaya başlamıştı.” diye anlatırdı babası.
Pelin doğduğundaysa Kırpık her gece küçük kızın odasının kapısının önünde uyumaya başlamıştı, küçük kız kendi kendine yemek yemeyi öğrenmeye başladığındaysa yere dökülen her kırıntıyı kuyruk sallayarak yalardı. Pelin de bu sebeple çoğunlukla bilerek yere kırıntı düşürürdü. Köpeğin, minnettarlığını göstermek için masanın altından Pelin’in oturduğu bebek sandalyesinden sarkan bacaklarına ıslak burnunu değdirmesi küçük kızın çok hoşuna giderdi.
Kırpık artık yaşlanmış, Pelin ise anaokuluna başlamıştı. Önceleri Kırpık’ın tasmasından tutup onu gezdirmek Pelin’e çok zor geliyordu çünkü Kırpık çoğunlukla Pelin’in küçük bacaklarının yetişemeyeceği hızda ilerliyordu. Fakat artık Kırpık, Pelin’in hızına yetişemez olmuştu. Birlikte anaokuluna yürürken küçük kız: “Geç kalacağız, biraz hızlansana!” diye mızmızlanıyordu ama Kırpık daha hızlı yürüyemiyordu. Yürümek yerine ya arada bir oturup mola veriyor ya da çişini yapıyordu. Bazen de her ikisini aynı anda yapıyordu. Neticede kimse köpeklerin tam olarak ne yapmak istediklerini onlar konuşamadığı için kestiremez ancak Kırpık’ın kahverengi gözleri aslında “Lütfen biraz daha yavaş yürüyelim!” der gibi bakıyordu.
Sıcak bir öğleden sonra, ailesi Pelin’i anaokulundan alırken Kırpık da yanlarındaydı. Kırpık güneşin altında dinleniyordu, tasmasını anaokulundaki bisiklet parkının demirlerinden birine bağlamışlardı. Fakat diğer günlerden farklı olarak Kırpık, Pelin kapıdan çıktığında ayağa kalkıp Pelin’in üzerine doğru koşmadı. Sadece oturduğu yerden başını azıcık kaldırıp Güneş’e doğru baktı, ışıktan gözleri kamaşmıştı. “Kırpık’a karşı daha sabırlı davranmamız gerekiyor.” dedi Pelin’in annesi. “O, artık yaşlı bir teyze gibi. Hızlı hareket edemiyor, bedeni de iyice yaşlandı.” diye ekledi. Birlikte her zamankinden daha yavaş adımlarla evlerine doğru ilerlediler.
İlerleyen günlerde Pelin, köpeği Kırpık’a çok daha sevecen davranmaya başladı. Sık sık başını okşuyor ve Kırpık’ın hoşlandığını bildiği için kendi tabağında bilerek ona artık yemek bırakıyordu. Yaşlı köpekleri artık zamanını yastığına uzanıp uyuyarak geçirmeye başlamıştı ve dışarı çıkmak için ayakkabısını giyen birini görse bile sevinçle kapıya doğru koşup gidenin peşine takılmıyordu. Ancak hâlâ Pelin’in masadan düşürdüğü her kırıntıyı minnetle yemeye devam ediyordu.
Sıcak bir yaz gününde Pelin’in babası Kırpık’ı kucağına alıp arabanın arkasına oturttu. Pelin’e dönüp: “Ben şimdi Kırpık’ı veterinere götüreceğim, onu iyice bir muayene etsin. Bakalım ağrısı, sızısı var mı?” dedi. Pelin “Bende sizinle geleceğim!” diye seslendi. Veterineri Pelin de tanıyordu. Sabırlı, yuvarlak gözlüklü ve kızıl dağınık saçlı bir adamdı veteriner Servet Bey. Veterinerin muayenehanesi o gün çok sakindi, bu sebeple muayene sırasının kendilerine gelmesini çok beklemek zorunda kalmadılar.
Babası yaşlı köpeklerini kaldırıp metal muayene masasının üzerine koydu. Kırpık muayene edilirken hiç direnç göstermedi. Yalnızca arka bacakları birazcık titriyordu. Servet Bey önce Kırpık’ın gözlerini ve ağzını muayene etti, sonra stetoskobuyla kalbini dinledi. Son olarak da nazikçe karnına dokundu, tüm bunları yaparken hiçbir yorumda bulunmadı. Pelin daha fazla dayanamadı ve patladı: “Kırpık’ın nesi var? Tekrar iyi olabilecek mi?” diye heyecanla sordu. Bu soru üzerine Servet Bey alnında oluşan kırışıklarla Pelin’e doğru eğildi ve derin bir nefes alıp: “Köpeğiniz şimdilik iyi durumda ama artık çok yaşlı. Bu yüzden muhtemelen uzun yaşayamayacak.” dedi. Pelin hem çok şaşırmış hem de çok üzülmüştü. Kırpık onun arkadaşıydı ve kendini bildi bileli hep yanlarındaydı. Başka türlü bir durumu hayâl bile edemiyordu. Eve döndüklerinde annesi ve babası Kırpık’ı kollarına aldılar ve Pelin’e: “Ne yapalım biliyor musun? Kırpık’ı olabildiğince iyi ve rahat hissettirmeye çalışalım. Anlaştık mı?” dediler. O günden sonra Kırpık’a her gün kocaman bir sosis verdiler ve Pelin onun köpek yastığına oyuncak ayısını bıraktı.
Pelin, yaz sonu doğum gününü kutlarken evlerine birçok misafir gelmişti. Çocuklar evin içinde koşturup duruyor, uçan balonlarla dans ediyor, tencerelere vurarak müzik çalıyor ve çikolatalı öpücük yarışmaları düzenliyorlardı. Kırpık, bu tip zamanlarda artan pasta kırıntılarını yiyeceği için çok sevinirdi. Fakat bu defa sepet yuvasının içinde iyice yumulmuş, sırtını çocuklara dönmüş vaziyette dinleniyor ve rahatsız edilmek istemiyordu. Pelin, artık köpeği için iyice endişelenmeye başlamıştı çünkü Kırpık birkaç haftadır hayatlarına daha az katılıyordu.
Pelin’in annesi, bir hafta sonu elinde tuttuğu uçan balonla kanepeye oturdu. Balon mor renkliydi ve artık Pelin’in doğum günündeki canlılığını yitirmeye başlamıştı. Annesi Pelin’e usulca: “Biliyor musun Pelin? Bu uçan balonu özel kılan şey aslında içinde bulunan hava. Balonun, içine üflenen o hava sayesinde bir albenisi var. Eğer içindeki hava olmasaydı boş bir kılıfa benzerdi.” dedi ve gözleri yaşararak yutkundu. Pelin, annesinin kollarına sokuldu ve birlikte uykuda kulakları seğiren Kırpık’ı izlediler. Annesi sözlerine şu şekilde devam etti: “Bu durum tüm canlılar için aynı, bedenlerimiz sadece birer kılıf. Bedenimiz yaşlanır ve bir noktadan sonra zayıflamaya başlar. Fakat içinde çok özel bir şey vardır, kimileri ona ruh der. Bir kimse öldüğünde sadece bedeni ölür ama geriye o çok özel şey kalır. Sadece onu saran bir kılıfı yoktur artık.”
Birkaç gün sonra Pelin, annesinin o gün elinde tuttuğu mor balonu merdivenin altında, Kırpık’ın yastığının yanında buldu. Pelin, köpeğinin yanına oturdu ve balonu alıp kucağına koydu, balonun içindeki havanın daha azalmış olduğunu fark etti. Balon iyice küçülmüş ve buruşmuştu ama içinde hâlâ biraz hava vardı. Pelin parmağıyla balonun içine iyice bastırabiliyordu. Balonun yüzeyi kuru ve ılıktı. Bu esnada Kırpık, başını Pelin’in kucağına koymuş, Pelin’in elini yalıyordu. Pelin birden boğazının düğümlendiğini hissetti, gözleri yaşardı. Başını Kırpık’ın karnına koydu ve tüylerini koklarken köpeğinin yavaş şekilde nefes alıp verdiğini hissetti. Pelin, o şekilde uyuyakalmıştı. Muhtemelen babası bir ara onu yatağına yatıracaktı.
Bir hafta sonra Kırpık öldü. Bir çarşamba sabahı, Pelin anaokulundayken… Babası onu anaokulundan almaya geldi. Evlerinin kapısının önüne geldiklerinde babası Pelin’e doğru eğilip başını okşadı ve: “Kırpık bu sabah öldü, şimdi yastığının üzerinde yatıyor ama artık kalbi atmıyor. O aramızdan ayrılırken yanındaydım ve onu okşadım. Sadece birden nefes almayı bıraktı.” dedi. Pelin ilk önce hiçbir şey hissetmedi. Sadece babasının sözlerini duydu ama bir anlam veremedi. Babası nazikçe küçük kızı kucağına aldı, salona taşıdı. “Yanına gitmek ister misin?” diye sordu. Küçük kız sessizce başıyla onayladı. Birlikte Kırpık’ın yastığının önünde oturdular. Siyah köpek, hareket etmeden yatıyordu ama her zamanki gibi değildi. Biraz zaman geçtikten sonra Pelin ona ne olduğunu anladı. Artık Kırpık’ın bedeninde en ufak bir kıpırdama yoktu. Nefes almıyor, kulakları artık seğirmiyor ve bacakları hareketsiz bir şekilde öylece uzanıyordu. Babasıyla birlikte Kırpık’ın sırtını okşadılar. O an Pelin, önündeki yastıkta hareketsiz yatmakta olan Kırpık’ın, o eski Kırpık olmadığını fark etti. Artık onu özel kılan şey yoktu, aklına uçan balonlar geldi.
Öğleden sonra Kırpık’ı bahçelerindeki büyük ağacın altına gömdüler. Vedalaşmak için her biri gökyüzüne birer uçan balon bıraktı. Ailesi sadık köpekleriyle geçirdikleri zamanlar için ona minnettardı. Artık evlerinde yerdeki kırıntıları yalayan biri yoktu ama çoğu zaman Kırpık’ın hâlâ yanlarında olduğu hissine kapılıyorlardı. Kırpık bir şekilde hâlâ onlarlaydı sanki.
Yazar: Tatuti (Öykünün alındığı sitede takma ad olarak kullanılmış.)
Almancadan Türkçeye Çeviren: Ayşenur Yavuz
Düzeltmen: İrem Tunay
Kaynak Metin: (Çevrimiçi)https://www.leselupe.de/beitrag/emmas-letzter-sommer-134148/, 18.02.2021