Karanlık ve büyük bir ormanın kuytu bir köşesinde bir cüce yaşardı. Doğayı çok seven bu cüce, zamanının büyük bir kısmını tarlada çalışarak geçirirdi. İnsanlara karşı biraz somurtkan davranırdı ve içine kapanık biriydi. Kulübesinin yakınında yaşayan biri yoktu ve az sayıda gezgin ona uğrardı.
Günler böyle geçerken bir akşam tekli koltuğunda içi geçen cücenin kapısı, şiddetli bir şekilde çalındı. O da korkuyla yerinden fırlayıp kapıyı açtı. Kapıyı açtığında karşısında uzun süre güneşte kalmaktan teni yanmış bir gezgin gördü. Üzerinde kocaman, kahverengi bir rahip giysisi ve sırtında büyük bir sırt çantası vardı. Gezgin, cüceye geceyi orada geçirip geçiremeyeceğini sordu. Cüce de kuşkulu gözlerle bunun karşılığında gezginin ona ne verebileceğini sordu. “Param yok ama her soruya verecek bir cevabım var.” diye yanıtladı gezgin. “Verdiğin cevaplarla kendime hiçbir şey alamam.” diye mırıldandı cüce. “Ama senin bu soğukta dışarıda uyumana da izin veremem.” diyerek konuğu içeri davet etti. Gezgin: “Çok naziksin.” dedi ve içeri girdi. “İçini yiyip bitiren bir soru yok mu? Her soru benim için kolaydır.” diye sordu cüceye. “Büyük konuşuyorsun.” dedi cüce, sakalını kaşıyarak. Sonra çorbasını yudumlayan gezgine: “Uzun zamandır aklıma takılan bir soru var ama sen de bu soruyu yanıtlayamayacaksın. Uzun zaman önce hayatıma gerçekten anlam katan bir şeyi unuttum ve ne kadar çabalasam da hatırlayamıyorum. Bu, ne olabilir ki?” diye sordu. Gezgin alnını kırıştırarak: “Bayağı zor bir soruymuş. Bir yanıt vermeden önce uyuyup dinlenmek istiyorum. Yarın erkenden kalkıp ormanı bir günde yürüyerek geçmem gerekiyor. Gitmeden önce sana bir yanıt vermeye çalışacağım.” dedi.
Cüce, ertesi sabah erkenden gezgini uyandırdı ve hevesle sorusunun cevabını istedi. Misafir ise uykulu bir şekilde esneyip ona döndü ve elindeki tohumu gösterip: “Bunun üzerine düşündüm ve Tanrı’ya cevabı bu tohuma koyması için dua ettim. Bu tohumu ekmeli ve büyümesi için ona iyi bakmalısın. Bir yıl sonra büyüyüp çalı olacak. Meyve verdiğinde ise sorunun cevabını alacaksın. O zaman tekrar geleceğim ve çalıdan bir tohum alıp götüreceğim.” dedi. Cüce, başta gezginin onunla dalga geçtiğini sandı ama elinde tohumun rengarenk parıldadığını görünce bunun özel bir çalı olduğunu anladı. Gezgine onu bahçesindeki en iyi yere ekeceğine ve iyi meyve vermesi için her gün sulayacağına dair söz verdi. Gezgin de bunu onaylar bir bakışla: “Bu çok iyi olur. İlkbaharda seni yine ziyaret edeceğim ve sorunun cevabını alacaksın. Sana bunun için söz veriyorum.” dedi. Cüce de bunun üzerine: “Sen de teşekkür olarak çalının bir tohumunu alacaksın. Ben de sana söz veriyorum.” diye cevap verdi ve el sıkışıp anlaştılar.
Cüce, verdiği sözünü tutmak için hemen harekete geçti ve parıldayan tohumu bahçenin en güzel köşesine ekti. Her akşam tarladaki işinden dönünce ilk filizi yakında görebilmek umuduyla toprağı dikkatlice suladı. İlk iki ay böyle geçti ama tohum hâlâ filizlenmiyordu. Bunu gören cüce tohumun ekili olduğu yeri okşayıp: “Sen özel bir bitkisin, büyümek istemez misin? Yaza çok az kaldı!” dedi.Aklına anidençocukların büyümesi için söylenen bir cüce şarkısı geldi ve onu tohuma söyledi. Diğer gün tohumun ekili olduğu yerde küçücük bir yeşil yaprağın filizlendiğini gördü. Cüce çok sevinmişti ve bitkinin iyice büyümesi için her gün şarkı söylemeye karar verdi.
Her akşam uzun süredir dinlemediği veya söylemediği şarkılar aklına geliyordu. Bunlar bazen neşeli bazense hüzünlü bir melodiye sahipti. Melodi nasıl olursa olsun, şarkı söylemek cüceyi mutlu ediyordu. Çalı, söylenen her şarkıda bazen biraz bükülmüş bazense yukarı doğru ve kalp şeklinde yapraklar açarak büyüyordu. Cüce, bu yaprakları çok beğenmişti çünkü daha önce böyle yaprakları hiç görmemişti.
Aylar geçmiş ve sonbahar gelmişti. Çalı, artık bir insan boyuna gelmişti. Cüce, akşamları hasadı tarladan getiriyor ve çalının meyve verip vermediğini kontrol ediyordu ama çalı hâlâ meyve vermemişti. Bir gün cüce, içini çekti ve kendi kendine bu durumun muhtemelen çalının baharda çok uzun sürede büyümesinden kaynaklandığını düşündü. Çalının büyümek için hâlâ zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden her akşam genellikle gece geç saatlere kadar şarkılarını söylemeye devam etti.
Cüce, böyle çaba gösterirken kış geldi ve ilk kar düştü. Hava artık çok soğuktu. Ancak çalı sararmamış ve meyve vermemişti. Cüce, çalıyı sıcak tutmak için bir kamp ateşi yakmaya başladı. Kendisi ise yatakta üşüyordu çünkü şarkı söylerken o farkında olmadan ocaktaki ateş sönüp gidiyordu. Bu yüzden birkaç hafta sonra çok hastalandı ve dışarı çıkamayacak kadar hâlsiz düştü. Bir zaman sonra iyileştiğinde, kar neredeyse yeniden erimişti. Sevgili çalısının nasıl olduğunu görmek için aceleyle evden çıktı. Kar ve don, çalının dallarını kırmış ve çalı solup gitmişti. Geyikler, çalının kalp şeklindeki güzel yapraklarını yemişti. Geriye sadece kuru bir kalıntı kalmıştı. Bunu gören cüce, acı acı ağladı ve yüksek sesle eski bir cüce ağıdı yakmaya başladı. İçli sesi, tam üç saat boyunca ormanın derinliklerinde duyuldu. Yanaklarından kalın kalın gözyaşları süzüldü. Ağıdını yaktıktan sonra onu en son söylediği zamanı ve daha fazlasını hatırladı. Acı yüzünden uzun zamandır hatırlayamadığı şey de zaten buydu.
O, aslında önceden cüceler ülkesinde ünlü bir şarkıcıydı ve kasabanın en güzel cüce kızıyla evlenmişti. Birbirlerini çok sevmişlerdi ama eşi ilk doğumunda bebeği ile birlikte öldü. Onların mezarında bu ağıdı yaktı ve bir daha asla başkalarının önünde şarkı söylemeyeceğine dair yemin etti. Şehri terk etti, ormana gitti. Ormanda ölmek istiyordu. Yosunların içinde yattıktan sonra uykuya daldı ve yağmur taneleri yüzünü ıslatıncaya kadar uyanmadı. Uyandığında kim olduğunu ya da nereye döneceğini bilmiyordu. Ormanın diğer ucunda bir ev inşa etti. Artık huzurluydu.
Cüce tüm bunları hatırladığında sessizliğe büründü. Yüzünü yıkadı ve ormanda güzel, pürüzsüz bir taş aradı. Onu, ölü çalının yattığı bahçeye sürükledi ve üzerine eşinin adını kazıdı. Çalının kuru dallarını da gübrelemeye götürdü. Sonra dalların üzerinde, küçük bir kabuğun içinde parıldayan bir tohum olduğunu fark etti. Kısa bir süre sonra gezgin de dönmüştü. Cüce onu üzüntüyle karşıladı. “Al, bu tohum senin. Çalıdan kalan tek şey bu.” dedi. Sonra gezgine olanları anlatmaya başladı: “Sevdiğim her şeyi kaybettim. Artık benim için önemli olan hiçbir şey yok. Bunu bilseydim sana neyi unuttuğumu asla sormazdım!” Cüce hıçkıra hıçkıra ağladı ve yüzünü ellerinin arasına gömdü. “Sözünü tuttun, bunun için teşekkür ederim.” dedi gezgin ve ekledi: “Elma ağacının bu yıl normalden farklı yaprakları olduğunu görmedin mi? Ve turplar da bu sefer farklı filizleniyor.” Cüce şaşkınlıkla etrafına baktı. Gerçekten de etrafındaki bütün bitkilerin üzerinde kalp şeklinde yapraklar filizleniyordu. “Görüyorsun ya!” dedi gezgin, “Aşktan geriye her zaman bir şeyler kalır ve kalanlar kendini etrafındaki her şeye aktarır. Yakından bakarsan, sakalının bile kalp şeklinde uzadığını göreceksin.” Cüce kendine baktı ve çekingen bir şekilde gülümsedi. “Aman şimdi canım!” dedi gezgin, cücenin elinden tuttu ve mutlu bir şekilde sözüne devam etti: “Benim için de güzel bir şarkı söyle, tıpkı çalıya söylediğin gibi!”
Yazar: Ohrenschützer (Leselupe Forum Yazarı)
Almancadan Türkçeye Çeviren: Yasin Atar
Düzeltmen: İrem Tunay
Kaynak Metin: (Der Strauch der Erinnerung) https://www.leselupe.de/beitrag/der-strauch-der-erinnerung-94040/