Franz Kafka’nın “Babama Mektuplar” Başlıklı Eseri Üzerine

​​

José Durval Cavalcantı De Albuquerque

Özet

Yazar, Kafka’nın “Babama Mektuplar” başlıklı eserini yazarın/yazarların malzemesinin psikolojik kaynaklarına ilişkin Freudyen bakış açısına dayanarak yazıldığı dönemde edebi iddialar taşımayan bir metin örneği olarak inceler. Söz konusu eserin yoğun içeriğine rağmen yine de okuma zevki uyandıran ve sanatsal olduğunu düşündürten özelliklerini anlamak amacıyla metnin yapısını kavramak için yöntem olarak Derrida, Bakhtin ve Barthes’ın fikirleri kullanılır.

Anahtar kelimeler: Kafka, okuma zevki, metnin yapısı

Creative writers like to lessen the distance between their kind and the common run of humanity; they often assure us that every man is a poet at heart and that the last poet will not perish till the previous man does. (Freud, 19087/1908, p. 143)

Psişik yaşamımızın başlangıcında, gerçekliğin şiddetinin bizi daha hoş bir durum için mücadele etmeye zorladığını öğreniriz. Freudyen görüş, yaratıcı faaliyetin ilk belirtilerinin bir ifadesi olan çocuk oyununun hazzı arzuladığını, ancak olgunlaşmanın bu faaliyeti yavaş yavaş azalttığını savunur. Çocuk için oyun ve gerçeklik farklıdır; ancak aralarında bir bağ vardır.

Çocuk oyunlarının sona ermesiyle birlikte, bu oyunlar, bu tatmin elde etme aracıyla birlikte kaybolur. Kayıp zevk bir şekilde, gündüz düşleri olarak adlandırılan yetişkin fantezisinde yeniden keşfedilecektir. Ancak, bariz olan çocuk oyunlarından farklı olarak, daha sonra ortaya çıkan fantezi gizlenme eğilimindedir. Fantezi kurmak, tatminsizliği düzeltme ve hatta dile getirilmemiş bir dileği gerçekleştirme girişimidir. Oyun da tatmini amaçlar ama bunu şeffaf ve açıl bir şekilde yerine getirir. Muhtemelen bu nedenle Freud, çocukların oyun motivasyonlarına yetişkin fantezisinden daha kolay erişebildiğimizi iddia eder. Fanteziden gündüz düşlerine geçiş, güçlü bir anlık arzuyu tespit ederek, mevcut motivasyondan ortaya çıkanpsişik bir uğraşıyı ima eder. Bu, bir anıya, bu yeminin edildiği bir ana geri gönderme yapar. Ardından, arzunun yerine getirileceği gelecek için bir alan yaratılır (Freud, 1907/1908)

Psikanalizin kurucusundan biliyoruz ki, yazarın kullandığı malzeme, fantezilerimizi, rüyalarımızı ve gündüz düşlerimizi oluşturan malzemeyle aynıdır: gerçekleşmeyi talep eden arzunun dişlisindedir. Freud’a göre amaç bir arzunun yerine getirilmesidir; bir sanat eseri için de aynı şey geçerlidir. Bir çocuğun oyununun ciddiyeti yaratıcılık içerir, bu durum yazarın fantastik dünyasının duyguya gebe olması gibidir. Tiyatro oyunu, oyuncu vb. gibi edebi formlardaki hassas nesnelerin adlandırılması, çocuk oyunu ile şiirsel yaratım arasındaki dil tarafından belirlenen korumaya işaret eder. Bu görüşün ışığında , bir metin ile bir gündüz düşü arasındaki benzerlikleri inceleyebiliriz.

İyi bir roman, drama, trajedi ya da başka bir edebi yapı türü naif bir gündüz düşü olmaktan çok uzaktır. Yine de gündüz düşünde, edebi çalışmada da mevcut olan aynı tatmin arayışını buluruz. Dolayısıyla bu arayış, yazarın fantezilerinin ortaya çıktığı aynı kaynaktan doğar.

Kafka’nın “Babama Mektup” (Kafka, 2004) adlı eseri, kaleme alındığı dönem edebi amaçlar gütmeyen bir metin olduğu için seçilmiştir. Kafka bu metni babasıyla arasındaki bazı meseleleri açıklığa kavuşturmak için yazmıştır. Bu yazı hakkında yorum yapanlar, yazının büyük harflerden oluşan dikkatli bir el yazısıyla yazıldığını ve üstündeki birkaç düzeltmenin, onu babasına gönderme niyetine işaret ettiğini gözlemlemişlerdir. Hiçbir zaman büyük bir başarı elde edememiş olan yazarın edebi kariyerinin durma noktasına geldiği 1919 tarihli, yaklaşık 100 sayfalık bir el yazmasıdır. Ölümünden sonra büyük ün kazanan en ünlü eserleri Metamorfoz ve Dava çoktan yayımlanmıştı. Kafka’nın eserlerindeki önemli temalardan biri olan baba otoritesini, 36 yaşında yazdığı bu belgede ele alır. Kafka’nın eserleri konusunda uzman olan Walter Benjamin ve Elias Canetti’ye göre (Bakes, 2004), bu eser şüphesiz otobiyografik bir metindir.

Çek yazar “Mektup”a, babasından duyduğu korkunun kendisini ne denli ele geçirdiğini, öyle ki “hafızamın ve muhakeme gücümün çok ötesine geçen” (s. “3) muazzam bir huşu duyduğunu etkileyici bir şekilde ifade ederek başlar.Böyle bir mektup yazmak için beyan ettiği motivasyon, bu korkutucu ve sıradışı yaratığa yakınlaşma girişimidir. Kafka’nın düşünceleri hafızasının ya da kavrama kapasitesinin ötesinde bir yerden gelir. Burası onun düşündüğü ve olmadığı yerdir.[1] Arzu ipliği, okurun gözlerinin önünde süzülen metni diker ve geçmiş, şimdi ve gelecekten oluşan bir yamalı bohçaya dönüştürür. Kafka’nın sözcükleri hayal kırıklığı ve nostalji karışımına renk vererek kağıt üzerinde hareket eder. Kullandığı sözcükler, aşağılık duygusunu ve babası tarafından dayatılan, söz konusu el yazmasına göre, ana karakterin dönüşeceği varlığa yönelik hareketlerinin önünü kesen etkileyici bir engeli anıştırır. Mektupta Kafka kimi zaman pasif bir acı çeken, kimi zaman da bir seyirci olarak karşımıza çıkar, hatta babasıyla işkence dolu bir amalgam içinde yaşadığı gerçeğine ihanet eder.

Dikkatimizi çeken şey, Kafka’nın baba figürünün otoritesine atıfta bulunurken psikanalitik söyleme ilişkin gözlemlerinin ne kadar ileri görüşlü olduğudur. Çünkü bahsi geçen dönem, henüz psikanalizin doğmakta olduğu bir dönemdi. Kafka’nın anlatısı, şeyin yerine geçmesini sağlayan sembolik bir Baba’nın varlığını ve aynı zamanda Baba-Tanrı rolünü bırakmayı reddeden, ilkel sürünün Babası’na benzer, her şeye gücü yeten bir babanın varlığını varsayar. Kafka, babası olmadan yaşayabilmek için asgari olarak ihtiyaç duyduğu gerekli koşulları kendisine sağlayacak çaresiz bir yol arayışından hararetle bahseder. Yoğun bir kırılganlık, aşağılık duygusu, ensest fanteziler, parisidal düşmanlık, suçluluk duygusu ve sürekli dehşeti tasvir eder. Mektup yolculuğunda, yazdığı anda, yazar kendisini “zayıf, ürkek, tereddütlü, huzursuz bir insan” olarak görür ve bu mektup aracılığıyla “her ikimizin yaşamasını ve ölmesini biraz daha kolaylaştırma güvencesi verebilecek hakikate böylesine yaklaştıran bir şeyi” elde etmeyi umut eder (s. 4).

“Mektup”taki edebi niyetlerin Kafka’yı yönlendirmediğini düşünebiliriz. Babası tarafından duyulmak istemiştir. Mektubu annesine verir, o da mektubu “güzel sözlerle geri verir” (s. 4). Kafka mektubu saklar ve üstüne aldığı notlarda bunun bir “avukat mektubu” olduğu yazar, sanki bir mahkeme salonunda kendini savunuyormuş gibi, babasının eğitiminde yaptığı hataların hacimli bir listesini sunar (Kafka, 2004). Ancak bu elyazmasının edebi bir belge olarak yüksek bir estetik değere ulaştığı bilinir (Bakes, 2004).

Öte yandan bu değer yüzeysel bir okumada ortaya çıkmaz. Örnek olarak, Platon’un Eczanesi (1997, s. 17) başlıklı kitabının girişinde, bir metnin ancak ilk bakışta “kompozisyonunun yasasını ve oyununun kuralını” gizlediği takdirde böyle kabul edilebileceğini yazan Derrida’yı anımsayalım. Diğer bir deyişle, bu yasa ve bu kural basit bir sunumdan kesin ve net bir şekilde algılanamaz. Bir metni anlamak için yüzeyinin ötesine geçmek gerekir. Okur, bazen kaçınılmaz olan, metnin dokusuna bir şeyler ekleme olasılığından geri durmadan “ellerini metnin üzerine koymalıdır”. Buradaki “ekleme”, normalde “okuma” olarak adlandırılan, okurun katkısından başka bir şey değildir. Okuma zevkinin nerede üretildiğini görme çabası bu denemeyi motive eden unsurdur.

Önermemiz, yazarın sözcüklerinin otobiyografik ipliklerle bir kıyafet dikmesidir. Bir otobiyografi, kişinin kendisi hakkında pratik ya da tarihsel-bilimsel nitelikte bilgiden oluşan bir koleksiyon olabilir. Bakhtin’e (2003) katılabilir ve metinde herhangi bir sanatsal-biyografik amaç bulamadığımızı söyleyebiliriz. “Mektup” belli bir okuyucu kitlesine ve açık bir amaca sahip olsa da, kuşkusuz edebi bir eserdir.

Kafka mektupta, anılarından yola çıkarak, idealize edilmiş nüansları ona kendisini hatırlatan bir başkasını sık sık ele alır. Hayatını başkalarının ona nasıl göründüğünü anlatarak aktarırken, anlattığı şeyin biçimsel yapısıyla iç içe geçer. Kendisini bir aktörün oynadığı role koyar ve hayatının kahramanı olmasa da hayatının içinde yer alır (Bakhtin, 2003). Anlatıcı, başkalarının değerlerini algılama biçimlerini üstlendiğinde, karakterin maskesini takmış olur. Bu biyografik yazılarda anlatıcı, kökenini, çocukluğunu, ailesini ve sosyal hayatını ortaya koyarken sevdiklerinin sözlerini renklendiren duygu yüklü ton aracılığıyla hayatının tarihini anlamaya başlar.

Anlatıya sanatsal değer kazandıran şey, dünyayı ve yazarın bu dünyayla ilişki kurma biçimini ifade etmek için kendini dönüştüren kelimenin zaferidir. Yine Bakhtin’in sözlerini kullanarak, “sanat üslubunun kelimelerle değil, dünyadaki unsurlarla, dünya ve yaşam değerleriyle çalıştığını” söyleyebiliriz (Bakhtin, 2003, s. 180). Benjamin, Kafka’nın tüm kitaplarının “asla doğurmadıkları bir ahlaka gebe anlatılar” olduğunu söyler (Kafka, 2004, s. 11).

Okuma eylemi

Metni okumaya devam ederken, derin bir mahremiyetin kederli şikâyetinin ve acı verici duygularının okuyucuda neden bir kayıtsızlık, ilgisizlik ya da dayanılmaz bir tedirginlik yaratmadığını sorarız kendimize. Okumanın önündeki bu potansiyel engellere, mahremiyetinin böylesine açığa çıkmasından korkan ya da utanan anlatıcının engellerini de ekleyelim. Kendimizi itilmiş hissetmeyiz; çünkü Freud’un (1907/1908) belirttiği gibi, itilmeye neden olabilecek şey yazarın ve okurun benlikleri arasındaki engeldir. Psikanalizin mucidi, okuma keyfinin gerilimi ortadan kaldırabileceğine işaret eder. Bu tür gerilimler, okurun yazarınkine benzer fantezileriyle bağlantılı olan kaygıdan kaynaklanır. Böylece anlatıcı ile okur arasındaki buluşma, aralarındaki mesafe azaldıkça daha mümkün hale gelir. Bu hareket, yazarın yaratıcı eyleminin okurun şiirsel yakınlığını etkilemesinden kaynaklanır. Bu yakınlaşma ile her ikisi arasında bir alan yaratılır, böylelikle bu alan dillerin birlikte yaşamasına yol açar ve metni deneyimlemenin koşullarını oluşturur.

Peki yazar ve okur arasındaki bu ayrım bir metnin mükemmelliğinin sınanmasına izin vererek nasıl azalır? Belki de babası için yazan ve onun tarafından okunmak isteyen Kafka’nınki gibi kendine özgü bir mizah anlayışının yarattığı haz sayesinde. Burada ilginç olan, yazar için bu babanın, kâğıt üzerinde süzülen kalemi yönlendiren çağrışımlarının bir yönünden başka bir şey olmadığını hatırlamaktır (Dumayet, 2002; Jamek, 2002).

Ayrışmanın azalması, metnin dokusuna, yazarın gündüz düşlerinin bencil doğasını okurun gözünde hafifletebilecek yumuşak bir doku kazandırarak da gerçekleşebilir. Böylece, belli bir şekilde, yazar fantezilerini sunarken okuru baştan çıkarır ve onu estetik (ya da biçimsel) bir zevkle ödüllendirir. Dolayısıyla, yazar ve okur arasındaki uçurumu daraltmak için kullanılan kelime manevraları veya aldatmacaları arasında bir mizah ve baştan çıkarma duygusu buluruz.

Barthes (1999) metinsel hazlar söz konusu olduğunda hiçbir “tez”in söz konusu olmadığını, yalnızca haz gibi çabuk biten bir inceleme olduğunu savunur. Ayrıca, “bedensel zevkin fizyolojik gerekliliğine indirgenemeyeceği gibi, metinsel zevkin de gramer işlemine indirgenemeyeceğini” belirtir (1999, s. 25). Yazar ayrıca edebiyatın ulaşılamaz bir gerçekliğe ulaşmaya çalıştığını ve bunu mantıklı bir şekilde başarıyormuş gibi yaptığını savunur (Barthes, 2004). Yine de, Barthes’a göre, hazzın, amacına ulaşan özneyi ele geçiren kontrol kaybında dışa vuran bir kaybın yerini aldığı söylenebilir. Metnin verdiği zevk, iyi muhakeme, imkansıza duyulan arzu ve anlatıcı-okur eşleşmesini yakalayan metin bağının bir araya geldiği anın uçarılığında yatar (Barthes, 2004).

Freud’un (1907/1908) deyimiyle “ön haz ödülü”, yazarın bize rüşvet olarak verdiği sanatsal ve estetik değerle elde edilir. Bununla birlikte, en büyük keyif, gerilimden kurtulmaktan ve hayallerimizin tadını suçluluk ve utanç duymadan çıkarmamıza verilen örtük izinden gelir. Bu da bizi, kaybolmakta olan tatmini yeniden bulmak için sayfayı çevirmeye yönlendirir.

Kafka’nın mizahı okuyucuyu kaygı yoluyla cezbeder. Okuyucu kendini Kafka’nın mücadeleleriyle özdeşleştirdiğinde gerilim artar ama okuma ediminin stresi azalır. Burada bu etkinin, şikayetler ve talepler içeren sıradan bir mektubun okunmasıyla değil, şiir sanatının eyleminin işler olduğu bir edebiyat eseriyle elde edildiğini eklememiz gerekir.

Kaynakça

Bakes, M. (2004). Prefa’cio [Preface]. In Kafka, F. (Ed.), Carta ao Pai. Porto Alegre: L&PM.

Bakhtin, M. (2003). Este’tica da criac¸a˜o verbal [The esthetics of verbal creation]. Sa˜o Paulo: Martins Fontes.

Barthes, R. (1999). O prayer do texto [The pleasure of text]. Sa˜o Paulo: Ed. Perspective.

Barthes, R. (2004). Aula [Lecture]. Sa˜o Paulo: Ed. Cultrix.

Dermayet, P. (2002). Pourquoi il faut lire Kafka [Why one should read Kafka]. Magazinne litte´raire, 409-416.

Derrida, Jacques: A farma´cia de Plata˜o [Plato’s pharmacy]. Sa˜o Paulo, Ed. Iluminuras, 1997.

Freud, S. (1907/1909). Creative writers and daydreaming. SE 141-154.

Jamek, V. (2002). Les paradoxes de l’humour [The paradoxes humur]. Magazinne litte´raire, 415.

Kafka, F. (2004). Carta ao Pai [Letter to his father]. Porto Alegre, L&PM.

Yazar

Jose’ Durval Cavalcanti de Albuquerque, MD, bir psikiyatrist ve psikanalisttir. Sociedade de Psicana’lise Iracy (Iracy ve Psikanaliz Derneği) ve IFPS üyesidir.

İngilizceden Türkçeye Çeviren: Didem Şimşek

Çeviri Editörü: Büşra Yaman

Kaynak Metin: José Durval Cavalcanti de Albuquerque (2011) On Franz Kafka’s “Letter to my Father,” International Forum of Psychoanalysis, 20:4, s.229-232 (Çevrimiçi) http://dx.doi.org/10.1080/0803706X.2011.595427

  1. Lacan’ın bir ifadesi bilinçdışına atıfta bulunur: ”yaptığımı düşündüğüm yer var değildir” ki bu Kartezyen cogito’nun ”Düşünüyorum” ifadesiyle açık bir tezat oluşturur, Bu yüzden ben varım.”
Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top