Çocuk ve Gençlik Edebiyatında “Anlatıcılıktan Youtuberlığa” Bir Dönüşümün Kıyısında

Melisa Ayşegül Çal

Yağan karın sükûneti ölümün sessizliğiyle birleşince zaman mefhumu tamamen ortadan kalkmakta, sonsuz sessizlik bireyi her bir zerresiyle sarıp sarmalamaktadır. Zamanın hiçbir formunun var olmaması ya da dönüşüme uğramış zamansal ve mekânsal uzamın birbiriyle sonsuz döngü içerisinde bir harmoni oluşturması; ya ebedi bir istirahatte ya da edebi kurguda mümkün olmaktadır. Edebiyat ve ölümü birleştiren zamansızlık; zamansal olanın aşılıp istenilen yerde ve zamanda var olabilmenin, tekrar yaratımın gücünden kaynağını almaktadır. Bir İngiliz yazar eserinde, bir Kızılderili kabilesinde kullanılan dilin en az kendilerininki kadar incelikli olduğunu ancak zamana ait tüm tanımlamalardan da muaf bir yapılanmayla oluştuğunu dillendirmektedir. Bu kabile; dillerinde geçmiş, şimdi ya da geleceğe ait hiçbir kalıbı kullanmamakta ve kendilerini zamandan tamamen yok saymaktadır. Zamansızlık bir topluluk içerisinde anlaşılmayı yine de mümkün kılıyorsa, bu durumda zaman mefhumu bir tanımlanmaya ihtiyaç duymakta mıdır? Yine de duyuyorsa şayet, zaman nasıl ya da hangi sözcüklerle tarifini bulmalıdır? Yoksa zaman, bunca süredir yalnızca antroposen bir yaratımın ürünü olarak mı hayatlarımızda var olmaktadır?

Bu soruların yanıtı; asıl muhatabında kaynağını saklamaktadır. Nasıl ki ilkel topluluklar yazıdan muaf bir kabile hayatını idame ettirmektedir, daha primitif dönemlerde de egemen olan sözlü kültür çağıdır. Anlatıların bugün olduğu gibi en güçlü araç olduğu kadim dönemlerde de anlatıcının elinde tuttuğu en büyük güç; kuvvetle muhtemel zamanın ta kendisidir. Mitlerin ve masalların çağları aşması, anlatıcıyı evvel bir zamandan kalbur bir zamana uzandırırken; dinleyicileri de kimselerin görmemiş ya da gitmemiş olduğu diyarlarda, her şeyin mümkün olduğu yolculuklara çıkarmaktadır. Çocuklar analarının ve babalarının beşiğini tıngır mıngır sallarken yüzyıllardır çocuk ve gençlik edebiyatının alt yapısını hazırlayan anlatıcı, anlatısıyla dinleyicinin hayatını anlamlandırmaktadır. Bu yanıyla da anlatı, bireyin tüm zamanlardan bağımsız bir kimlik inşa edebilmesi açıdan bitimsiz bir ihtiyaçtır.

Sözlü kültürden yazılı kültüre, oradan da elektronik/dijital kültüre uzanan yolculuğunda anlatıcının geçirdiği dönüşümler; dinleyiciyi de kendi masalının dönüşümüne zorunlu kılmıştır. Anlatma isteğinin kişilerin kimliklerini oluşturmada yadsınamaz bir etkisinin olduğu; günümüzde yaşı oldukça küçük olan bireylerin dahi bir sosyal medya hesabına (ikinci bir kimliğe) ve kendilerini diledikleri gibi ifade edebildikleri bir youtube kanalına sahip olmalarından da oldukça aşikârdır. Günümüzün problemi tam da bu noktadan başlamaktadır: Anlatıcı olmak için iyi bir dinleyici olmanın esas olduğu günümüz çocuk ve gençleri, on dakikalık bir videoya bile tahammül gösteremezken, bu aşamaları arkalarında bırakıp anlatıcılık görevlerini yerine nasıl getireceklerdir?

Anlatının hem biçim hem de biçem olarak yeni formu olan youtube platformuna uzanan hikâyesi, anlatıcının da yerini youtuberlığa bırakmasını beraberinde getirmektedir. Söz konusu durum, bizi başka ve daha ilginç bir soruya doğru da yönlendirmektedir: Çocuk ve gençlik edebiyatının bu noktadaki kültürel dönüşümü hangi bağlamda olacaktır? Herkesin dillendirecek bir hikâyesi mevcutsa dinleyicinin buradaki konumlanışı nasıl dönüşecek/ dönüştürülecektir? Anlatının ve dinlemenin arasında yer alan “anlama” unsuru, iletişimin de temel ilkesidir. Bu unsur bir kenara bırakıldığında anlatılacak bir dinleyici de kalmayacaktır. Her şeyin mümkünü masallara mahsustur. Bunu daha da mümkün kılabilmek, masalların/ anlatıların iletişim çağının dinamiklerine uyum sağlamasıyla olanaklı hâle gelecektir. Sözlü kültür, yeniden üretimle biçimlendirilir. Geleceğe aktarımda gerçekleştirilecek bu tekrar yapılanma, o an kullanılan araçların uygunluğuna eş değer olmalıdır. Tolstoy’un zaman kavramıyla ilgili dile getirdiği üzere; “Gelecek diye bir şey yoktur, şimdi vardır”. Önemli olan şimdiyi mümkün olduğunca yaş gruplarına, algılarına göre olanaklı kılmak; üretim araçlarını da bu temel faktörler dikkate alınarak şekillendirmek olacaktır.

Anlatıcının dijital olarak dönüşümü; anlatan kişinin ürünü aktaran kişi olarak kendini yeniden üretmesiyle mümkündür. Folklorik ürünlerin devingen olması, anlatıcıyı da birinci derecede etkilemektedir. Bu ürünlerin elektronik ortamda ifade edilmesi, dinleyici ile gerçekleştirilen yüz yüze performansla aynı tadı vermemekte ve bu durum çoğunlukla dinleyicinin ilgisizliğiyle sonuçlanmaktadır. O hâlde özellikle çocuk ve gençlik edebiyatı ürünlerini; bu çabuk sıkılan, çevresinde dikkatini dağıtacak çok daha fazla uyaranı bulunan genç bireye aktarmak, çok daha farklı bakış açıları geliştirmeyi, başka ifade araçları kullanmayı, gerekirse yeni yöntemler geliştirmek zorunluluğunu da beraberinde getirecektir.

            Azılı mikropların bile mutasyona uğrayıp kendini yenilediği, sürekli dönüşüme tabi olduğu bir ortamda; anlatıcılık gibi bir görevi üstlenen kişinin değişmez kalması, bu ürünlerin arzını oluşturacak bireyler için kabul edilebilir bir durum değildir. Bu bağlamda alımlama estetiği (rezeptionasthetik) de metin- okur ilişkisi sarkacında, bilhassa çocuk ve gençlik edebiyatında anlatıcı- dinleyici düzlemi üzerinden yeniden ele alınacak ve bir düzenlemeye ihtiyaç duyulacaktır. Okur merkezli bir kuram olan alımlama estetiği, artık sadece edebiyat açısından değil disiplinlerarası bir yaklaşımla da ele alınacak; edebiyat ve görsel sanatların yeniden tanımlanmasını, çocuklar ile gençler için yapılacak çalışmalarda ne gibi dönüşümlere başvurmak gerektiğini zorunlu dönüşümler başlığı altında beraberinde getirecektir. Masallara yönelik çalışmalarıyla dikkat çeken antropolog Strauss, “Yazının ayrıştırıcı, sözlü kültürün ise bütünleştirici” etkisinden söz etmiştir. Şimdi ise bu söylemi tekrar üretmek ve yeniden dillendirmek gerekmektedir: Yazı ayrıştırıcı, sözlü kültür bütünleştirici, karantina ise koparıcıdır. Neo- liberal post modern kültürün iletişimi paramparça bir hâle getirdiği günümüzde, salgın sebebiyle iletişimi yalnızca ekranda arayan çocuk ve gençleri kültürden iyiden iyiye koparmamak için farklı uygulamalara da gidilmekte ve yeni yolların aranmakta olduğu bir gerçektir. Ancak sürekli olarak tek bir mekâna hapsedilen çocuğun beklentisi gerçek anlamda ne olacaktır ve bunun edebi anlamda karşılanması hangi ölçüde tatmin edilebilir bir yeterlilik ölçütüne tabi tutulacaktır? Bir özgürleşme alanı olarak youtube, bir sürü anlatıcı bulacak ancak dinleyicisi olmadan tahterevallinin karşısı boş kalacak ya da dinleyici kendini doyuma ulaştıracak bir anlatıcıyı bulamayacak ve kendisi bu göreve soyunmaya tercih edecektir.

            Zamanın anlamını yitirdiği karantinalarla geçen koca bir senede eğitim başta olmak üzere birçok alanda farklı düzenlemeler yapılmış ve yeni çözüm yolları uygulanmaya başlanmıştır. Bu yolların bir çözüm mü yoksa yeni açmazların başlangıcı mı olacağı şimdilik bilinmezliğini korumaktadır. Zamansızlığın hâkimi olan anlatıcının tekdüzelikten sıyrılması, disiplinlerarası çalışmalarla bir sentez oluşturması, küresel tüm uygulamaları takip edip kendi kültürünü burada dikkatlice yoğurması ve bu kültürde var olan bireylerin gelişmişlik düzeylerini esas alarak yepyeni ve vizyoner bir yol çizmesi elzemdir. Bu bağlamda oluşturulacak yeni atılımlardan korkmamalı aksine tüm kısıtlamalardan kendini azleden ve içerisinde özgürlük bulundurduğu sürece kendini her türlü yeniliğe; tüm zamanlardan ve mekânlardan bağımsız olarak açan Z ve Alfa kuşağına mümkün olan tüm seçenekler büyük bir güven ve cesaretle sunulmalıdır. Çocuk ve gençlik edebiyatına dair yapılacak bu hamleler, literatürün gelişmesine katkıda bulunmakla kalmayacak; yeni metotların da keşfine imkân verecek ve bu alanı belki de ülkemizde çok farklı bir noktaya getirecektir. Krizi fırsata çevirmenin şimdi tam sırasıdır. Zamanı da ne geçmiş ne gelecektir. Hemen! şimdidir.

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top