Çocuk ve Gençlik Edebiyatında “Rüya” Motifi

Christoph Carsten

Uyku sırasında gerçekleşen zihinsel aktiviteler bir dizi duyusal ile halüsinasyona dayalı algı deneyimine yansır ve uyanık bilincin kurallarını devre dışı bırakan bir deneyim biçimini ortaya koyar. Bunlar olasılıklar, nedensel mantık bağlantıları, rüyanın kontrol edilmesi gibi işlemekte olan durumlardır. Amaç artan duygusallığın, çağrışımsal düşünmenin ve çokanlamlı imgelemin yolunu açmaktır. Bu noktada bilinç sınırlı, iç ve dış dünya bulanık, zaman ve mekân kategorileri belirli ölçüde belirsiz kalır. Bu özel algılama biçimini yazarlar, felsefeciler ve sanatkârlar dört bin yıldan fazla süredir rüyaların incelenmesiyle gündeme getirmişlerdir.

Açıklama

Antik Yunan Dönemi’nde neredeyse tüm büyük filozoflar rüyalarla ilgilenirlerdi.

Platon, vahiy niteliğindeki rüyalarla fiziksel arzuların dışa vurulduğu rüyaları ayırt eder. Bu noktada bile psikanalizin konu edindiği rüyanın telafi edici işlevinin yankıları belirir.

Buna karşın Aristoteles, rüyayı esas itibariyle psikolojik ve fiziksel nedenlere bağlar. Ona göre rüya, rüya sahibinin zihinsel görüşünün bireysel ifadesine karşılık gelir ve ilahi boyut arka planda kalır.

MS 2. yüzyılda Artemidorus tarafından kaleme alınan Oneirocritica anlamlı bir noktada yer alır. Sözlük olarak tasarlanan bu yapıtla birlikte okura çok sayıda rüya motifi, sembolü ve aynı zamanda bunların anlamlarını okuma fırsatı sunulmuştur. Böylece yapıt, Rönesans ve Barok dönemlerine kadar rüya yapıtlarının öncüsü haline gelir (karş. Pössiger, 2005:35-37).

Dünya çapında büyük oranda yaygın olan dinlerde rüyaya özel bir anlam yüklenir. İlahi ve dünyevi kutuplar arasında bir bağlantı işlevi gören rüyalar, insanlar tarafından yorumlanması gereken ilahi mesajları, emirleri ve kehanetleri aktarır.

Ayrıca Musa, Zerdüşt, Buda veya Muhammed gibi din liderlerinin rüya deneyimleri, genellikle yaşam öykülerindeki olayları biçimlendirmeye yol açmıştır. İlahi talimatlar içeren rüyalara dair bilgiler Talmud’da olduğu kadar Yeni ve Eski Ahit’te de yer almaktadır. Bununla birlikte Kuran’da da çok sayıda rüya görme durumlarından bahsedilmektedir (karş. Brockhaus Religionen, 2004).

Ortaçağ’da, Hıristiyanlık inancının derin köklerinde tamamen muğlak olarak tanımlanabilecek rüyalar ve rüya görmeye ilişkin fenomenler büyüleyici bir etkiye sahipti. Bu sebeple rüyaları vahiy olarak kabul gören ve pagan hayal ürünü olarak sınıflandıran görüşler arasında gidip gelinmekteydi (karş. Pössiger, 2005:40).

Aydınlanma Dönemi’nde mantığa, akla ve rasyonelliğe yönelişle birlikte rüya, doğa bilimlerinin araştırma yöntemleri aracılığıyla fiziksel bir olgu olarak açıklanmaya çalışılmıştır. Rüya, fizyolojinin ve tıbbın sorumluluk kapsamında kategorize edilerek rasyonel bir sorun haline gelmiştir (karş. Pössiger, 2005:42).

Sigmund Freud 1900 yılında yayımlanmış olan Düşlerin Yorumu başlıklı yapıtıyla bu indirgemeci görüşe karşı çıkmaktadır. Bu bakış açısı rüyayı ve yorumlanışını psikanalizin teorik alanında ayrıcalıklı bir konuma yerleştirir. Freud, bilinçdışı bilgiye ulaşılmasında rüya yorumunu “via regia” [kral yolu] olarak görmektedir. Bu bağlamda her bir rüya, bilinçdışı infantil-libidinal içgüdüsel bir arzunun, gizli (latent) rüyanın sonucudur ancak psikolojik sansür nedeniyle rüya gören kişi rüya içeriğinin yalnızca kodlanmış biçimine erişebilir.

Bu kodlama bir dizi bilinçdışı mekanizma (rüya faaliyetleri) aracılığıyla gerçekleşir. Bilinçdışı mekanizmalar ise bilinçdışı arzuların rüya gören kişinin kabul edebileceği bir biçime dönüştürülmesiyle oluşur (karş. Laplanche, Pontalis, 1973:519).

Yoğunlaşma sürecinde birçok rüya öğesi tek bir öğede birleşerek çeşitli çağrışım zincirlerinin kaynaşarak yol almasına imkân tanır. Böylece birey, rüya düşüncesinin bilinçdışı düzeyine atıfta bulunduğu rüyasında birkaç kişinin özeliklerini kendi içerisinde barındırabilir (karş. Freud, 1972:282-304).

Kaydırma sürecinde rüyada önemli bir öğe önemsiz bir ayrıntıya dönüşür. Başlangıçta ikincil olarak görülen öğeler, aslında içlerinde merkezi düşünceler barındırabilirler (karş. Freud, 1972:304-308).

Rüyanın kendine özgü çeşitli temsil araçları bulunur. Buna göre rüyadaki mantıksal bağlantılar, rüyanın önceki ve temel rüya evresine bölünmesiyle ya da bir görüntüyü diğerine dönüştürerek eşzamanlı ve sebepsel ilişkiye dönüşür. Alternatifler birbiri ardına sıralanmış gibi görünürken, zıtlıklar ve benzerlikler de bir birim oluşturmak adına bir araya getirilir. Rüyanın bir başka temsil aracı da düşüncenin tersine çevrilmesinde ve dönüşmesinde yer alabilir olmasıdır (karş. Freud,  1972:309-334).

Devamında dikkatleri temsil edilebilirliğe de çekmek gerekir. Rüya faaliyetleri kapsamında rüya düşünceleri genel olarak soyut anlamlı (ağırlıklı olarak görsel) görüntülere dönüşmektedir (karş. Freud, 1974:335-344).

İkincil çalışmalarının kavramları, rüyayı nispeten tutarlı ve uyumlu bir senaryo olarak sunmak adına rüya elementlerinin değişimlerini betimler. Bu süreçte rüyadaki anlamsızlıklar, tutarsızlıklar ve boşluklar bir parça uzaklaşmış olur (karş. Freud, 1974: 470-487).

Freud için başından itibaren rüyalardaki gizli düşünceleri kapsayan temsil niteliğindeki semboller de önemli bir rol oynar. Fakat sembolizm rüyaya ait değildir. Sembolizm daha çok halkın bilinçdışı görüşlerinden, örneğin halkbilimi, mitler, efsaneler, deyimler vb. gibi unsurlardan beslenir. Birçok sembolün çok anlamlı olması, rüyada sözcüğün sembolik anlamından ziyade düzanlamsal biçime bürünme olasılığı veya bunun yanı sıra bireysel motivasyonların izlerini de taşıyabilmesi nedeniyle, sembolün tam anlamıyla anlaşılması ancak rüyadaki bağlam aracılığıyla gerçekleşebilir (karş. Freud, 1972:345-394).

Rüyanın yorumlanması serbest çağrışım yardımıyla gerçekleşir. Bu noktada analizanın düşlenenle ilgili spontane düşünceleri ortaya çıkar. Ayrıca analiste, gizli kalan rüya düşüncelerini (bilinçdışı arzuları) arayıp bulma ve çözümleme sürecinde onu açığa çıkarma imkânı sunar.

Rüya Motifinin Edebiyattaki Anlamı

Yazarlar ve şairler her zaman ve edebiyat tarihinin tüm dönemlerinde, metinlerinde rüyaları ve rüya görme durumlarını incelemişlerdir. Bunun haricinde edebi biçemleri ve metin tasarım biçimleri açısından rüyaların özgül algılanış biçimine yönelmişlerdir.

İncil’de bile rüya, ilahi vahiy içeren rüyalar olarak birçok hikâyede merkezi bir işlev görevini görür. Örneğin, Eski Ahit’teki Musa’nın birinci kitabında [1:41] Yusuf, Firavun’un yedi semiz inek ve yedi cılız inek ve yedi güzel ve yedi cılız başak rüyasını, yedi verimli yıl anlamında yorumlar ve ardından aynı sürede devam edecek bir kuraklık döneminin izleyeceğini söyler. Böylece Mısırlılar arasında gerçekleşecek kıtlığı önlemiş olur. Yusuf güçlü bir adam olur ve sonunda kardeşleri arasında bir uzlaşmaya katkı sağlar. Bu örnekte rüya, insana ilahi bir mesajın veya kehanetin haberini ileten ve dolayısıyla yorumlanmasını gerektiren bir araç işlevine sahiptir.

Yusuf’un hikâyesi modern edebiyata; Thomas Mann’ın Yusuf ve Kardeşleri başlıklı dört ciltten oluşan romanında uyarlanır (karş. Steinlein, 2008:72 v.d.).

Yeniçağ’ın erken dönemlerinde Avrupa edebiyatında da rüyayı edebi bir motif olarak merkeze konumlandıran veya edebiyatı bir araç konumuna yerleştirerek rüyayı felsefi bir sorun olarak yansıtan çok sayıda metin bulunmaktadır.

Shakespear’nin Bir Yaz Gecesi Rüyası başlıklı komedyası, rüya ve uyanma arasındaki sınırda bulanıklaşan büyülü ve efsanevi bir rüya dünyasını çağrıştırır.

Calderon, Hayat bir Rüyadır başlıklı felsefi drama yapıtında, rüya ile gerçeklik arasında bir yanılsama oluşturmuştur. Bu durum, dünyevi varoluşsal kibri ve insani eylemleri ortaya çıkarmaktadır. Yaşamdaki her şey aldatıcıdır ve rüya bu gerçekliğin bir metaforudur (karş. Alt, 2002: 92-111).

Rüya, Alman edebiyatında özellikle Romantik Dönem’in başlarında merkezi bir metafor konumuna yerleşir. Romantik Dönem’in izleri belirmeye başladığında Jean Paul “rüya dünyasının tartışılmaz uzmanı” olarak görülmekteydi (Béguin, 1972:206). Bu görüş, şiirlerde rüya ile gerçeklik arasındaki sınırların ortadan kaldırılabileceğini göstermiştir. Jean Paul rüya ile ilgili şiirlerinde rüyayı duygu yüklü bir model konumuna yükseltmiştir ve böylece doğrudan Alman romantiklerinin öncülerinden olmuştur.

Aydınlanma’ya ve akıl üzerindeki aşırı vurgusuna karşı bir hareket olarak tasarlanan romantik edebiyat; aktif ve bilinçli kontrollerden yoksun kalan güçten, kendi kaderine bağlı karmaşıklığındaki insanı yeniden anlamaya çalışır. Rüya doğaüstü, eşsiz ve bilinçdışının yükselmesiyle merkezi bir konuma yerleşir. Dünyanın arzu edilen “romantikleşmesi” ve evrensel bir edebiyatın yaratılması çerçevesinde rüya ile gerçeklik arasındaki sınır belirsizleştirilmelidir. Böylece Novalis’te, insanın uyurken mi, yoksa uyanıkken mi rüya gördüğü olgusu bir rol oynasa da bu ancak ikincil bir roldür.

E.T.A. Hoffmann, Kum Adam gibi hikâyelerinde korkulu rüyaları, bir başka deyişle kâbusları ön plana çıkartır. Böylece Edgar Allen Poe gibi daha sonraki korku hikâyeleri yazarlarını da etkilemiştir (karş. Alt, 2002:280-293).

Modern edebiyatta rüya, genelde yeni ortaya çıkan ve tartışma konusu olan psikanaliz ile yakın bir ilişki içerisindedir. Stefan Zweig ve Artur Schnitzler gibi Viyana’nın genç yazarları, Freud’un yapıtını ayrıntılı bir biçimde incelerler. Buna, 1925 yılında kaleme alınan Rüya Romanı başlıklı yapıtı örnek gösterilebilir.

André Breton ve izinden giden Fransız Sürrealistler, Birinci Dünya Savaşı’nın korkunç olayların etkisiyle oluşan duygulardan ve Freud’un psikanalizinden yoğun biçimde etkilenerek, otomatik yazıyı ortaya koyarlar. Buna göre, Burjuva çöküşüne kapalı kalması gereken rüyanın ve irrasyonelliğin estetiğiyle mutlak bir sonuca ulaşmak için özgür çağrışım biçimine başvurarak aklın denetleyici otoritesinden kaçılmaya çalışılır.

Bu noktada modern edebiyat metinlerinin üretiminde Franz Kafka’nın yapıtı paradigmatik olarak dayanabileceği rüyanın diline, yapısına ve içeriğine yönelme eğilimi gösterir. Bu, genellikle entelektüel kesimin erişiminden yoksun kalan rüyalardan ve ön bilincin bulanıklığından ortaya çıkar (karş. Alt, 2005:314). Böylece kendisini rüya hikâyelerinde açık biçimde (örneğin, Bir Köy Hekimi yapıtındaki rüya) göstermekle kalmaz aynı zamanda metnin dokusunun sözdizimsel düzlemde bağlantılarını, rüyanın özellikli olarak mantığıyla ve diliyle meşgul olan imgelem diline ve retoriğe nasıl borçlu olduğunu etkileyici bir biçimde gösterir.

Rüya Motifinin Çocuk ve Gençlik Edebiyatı’ndaki Anlamı

Bir anlatı unsuru olarak rüya, Romantik Dönem’den itibaren özellikle fantastik çocuk edebiyatında önemli bir rol oynar.

Rüya aracılığıyla gündelik unsurlar inandırıcı bir biçimde fantastik gerçekliliğe bağlanabilir. Bu, çocuk için kendi yaşam deneyimden anlaşılabilecek bir durumdur. Çünkü çocuk, rüyalarda ihtimal dışı ve alışılmamış olanların sadece olası değil, aynı zamanda mümkün olabileceğini de bilir. Okuyucuyu anlatılan rüya alemlerine çeken eylemler; yaşam biçimi, nesneler, kurgusal olmayan gerçekliklerin yasalarına uymasa da mantık dışı bir deneyim olarak da değerlendirilmezler.

Bununla birlikte rüyaya dayalı anlatım, çocuğun kurgusal bilincinin gelişmesine de katkıda bulunabilir.

Gelişim psikolojisi açısından bakıldığında çocuğun rüya anlatımlarına özel bir ilgi duyması, çocukların gerçeklik ile fantastik arasında kesin bir ayrım çizememeleriyle açıklanabilir (karş. Steinlein, 2008:72).

Çocuk ve gençlik edebiyatında rüyayı, uygulama biçimi açısından iki perspektife ayırmak mümkündür; a) rüyanın bir motif olarak görülmesi, b) rüyanın bir anlatı modeli olarak ele alınması.

Rüya motifi, Romantik Dönem’den itibaren çocuk ve gençlik edebiyatı alanında, özellikle fantastik türünde önemli bir rol oynar. Bu bağlamda rüya biçiminde şekillendirilen eylem akışına dair sayısız örnekler bulunur.

Böylece açığa çıkarma ve gerçek rüyalar olarak tanımlanan rüyalar, sonraki eylem akışı için önemli dürtüler verebilir ve kahramanların kararlarını belirleyici ölçüde etkileyebilir.

Ayrıca rüyalar, gündelik yaşantının bunaltıcı ve sıkıcı durumlarından kaçmak için tercih edilen bir araç görevi görürler. Çoğunlukla değişimlerin kombinasyonları gerçekleşir.

Uyanıkken deneyimlenen ile rüya deneyimleri arasındaki fark, kahramanların gidip geldiği gündelik yaşam ile rüya dünyası arasındaki fark olarak sahnelenir (karş. Steinlein, 2008:73 vd.).

Rüya bir anlatı modeli olarak kullanıldığında, anlatım rüyanın özelliklerini taklit eder. Bu noktada örneğin, nedenselliğe ve rasyonelliğe dayanan mantığın alışılagelmiş yasalardan vazgeçmesi ve alan ve zaman yasalarının geçersiz kılınması söz konusudur. Buna rağmen çocuk edebiyatındaki rüya anlatıları, özneler arası anlaşılır biçimde açıklama yasalarına uyum sağlayarak genç okurları şaşırtmamalı ve onlardan fazlasını beklememelidir. Olasılıksız ve fantastik eylem akışları ortaya çıksa da bu noktada açıklamalar çocuklar için şeffaflığını korur (karş. Steinlein, 2008:74).

Yetişkin edebiyatına karşın çocuk edebiyatındaki rüya anlatıları, genellikle kararsızlıklarla işlemez. Bu bağlamda rüya, kendi anlam düzeyine sahip; bağımsız, farklı bir dünya sunar. Bu durum genellikle öteki dünyanın yabancı, dışlanmış ve arzulanan figürlerini kişileştirerek çocukları “öteki” olana yaklaştırma işlevine hizmet eder (karş. Steinlein, 2008:78 vd.).

E.T.A. Hoffmann’ın 1816 yılında kaleme aldığı Fındıkkıran ile Fare Kral yapıtı “çocuk edebiyatında rüya-fantastik türünün kurucu metni” olarak kabul edilebilir (Steinlein, 2008:74).

Hoffmann’ın peri masalı, Noel akşamında masanın üzerinde bir fındıkkıran keşfeden ve kalbini derinden etkileyen yedi yaşındaki Marie Stahlbaum’un hikâyesini anlatır. Hediyelerle biraz daha oyalanmasına izin verilen Marie, herkesin çoktan yatağa yattığı gece yarısında alışılmışın dışında bir kapışmaya tanıklık eder. Bir fare ordusu, fındıkkıranlar ile kanlı bir meydan savaşına tutulur. Fındıkkıran, kardeşi Fritz’in oyuncak askerlerinden oluşan süvari ordusunun başındadır. Marie, terliğini atarak fındıkkıranın yenilgiye uğramasını engellerken dolabın camı onu yaralar ve kendinden geçerek yere yığılır. Tüm bu yaşananlar ertesi sabah Marie’nin ebeveynleri tarafından bir rüya olarak değerlendirilir.

Marie’nin, yaralanma sonucu çıkan ateşi nedeniyle bir müddet yatakta kalması gerekir. Bu sırada Pate Drosselmeier, ona Prenses Pirlepat’ın hikâyesini anlatır. Bu hikâyede Pirlepat, fare kraliçe Mauserink tarafından çirkin bir canavara dönüştürülür ve genç Bay Droßelmeier tarafından kurtarılır. Bu nedenle Bay Droßelmeier çirkin bir fındıkkırana dönüşür. Marie hemen gece deneyimleriyle bir koşutluk kurar ve gerçeklik statüsüne olan inancının onaylandığını hisseder. Droßelmeier’in yeğeni nihayet Nürnburg’dan kurtarıcısı Marie’ye evlenme teklifinde bulunmak üzere geldiğinde, rüyanın rasyonel açıklaması daha da şüpheli hale gelir.

Fındıkkıran ile Fare Kral yapıtında rüya bir motif ve aynı zamanda bir anlatı modeli şeklinde ortaya çıkar.

Kahramanın gece rüyaları (kâbusları) olay örgüsünün nesnesi olmakla birlikte rüyanın karakteristik özelliklerine ilişkin asla net bir karar sergilemez. Hoffmann, olay örgüsünün bu bölümlerini asla bir rüya deneyimi olarak tanımlamaz. Bu tanımlama sadece yetişkinler tarafından gerçekleştirilir. Hoffmann’ın metni, sonraki çocuk ve gençlik edebiyatının birçok rüya anlatısında yer almayan bir kararsızlık içerir. 

Marie’nin rüyalarla dolu gece deneyimleri, klasik bir öteki dünyayı canlandırmaktadır. Bu hikâyede canlanan oyuncak figürlerinin fare ordusuna karşı korkunç savaşına şahit olan Marie, tuhaf yaratıklarla karşılaşır ve bebek oyuncaklarının fantastik dünyasında dolaşır. Böylece Marie, rüyaların statüleri açıkça belirtilmeden kendi kâbuslarının ve arzuladığı rüyaların kahramanı olur (karş. Steinlein, 2008:79).

Kaynakça

Alt, Peter-André, (2002) Der Schlaf der Vernunft. Literatur und Traum in der Kulturgeschichte der Neuzeit, C.H. Beck Yayınevi, Münih.

Alt, Peter-André, (2005) Franz Kafka: Der ewige Sohn. Eine Biographie, C.H. Beck Yayınevi, Münih.

Béguin, Albert, (1972) Traumwelt und Romantik. Versuch über die romantische Seele in Deutschland und in der Dichtung Frankreichs,  Francke, Münih.

Brockhaus – Die Enzyklopädie (2005-06), F. A. Brockhaus Yayınevi, Leipzig, Mannheim, 30 cilt, düzenlenmiş 21. baskı

Der Brockhaus Religionen (2004) Brockhaus, Leipzig, Mannheim.

Häcker, Hartmut, Kurt-H Dorsch Stapf (2009) Psychologisches Wörterbuch, Huber, Bern, 15. düzenlenmiş ve genişletilmiş baskı.

Engel, Manfred (1997) “’Träumen und Nichtträumen zugleich.’ Novalis’ Theorie und Poetik des Traums zwischen Aufklärung und Hochromantik”, Novalis und die Wissenschaften, yay. haz. Herbert Uerlings, Niemeyer, Tübingen, s. 143-168.

Freud, Sigmund (1972) Studienausgabe. Band 2: Die Traumdeutung, yay. haz. Alexander Mitscherlich [v.d.], S. Fischer, Frankfurt am Main.

Giebel, Margot (2006)  Träume in der Antike, Reclam, Stuttgart.

Lavie, Peretz (1999) Die wundersame Welt des Schlafs. Entdeckungen, Träume, Phänomene,  Deutscher Taschenbuch Yayınevi, Münih.

Laplanche, Jean/ Pontalis, Jean-Bertrand (1973) Das Vokabular der Psychoanalyse,  Suhrkamp, Frankfurt am Main.

Mertens, Wolfgang,  Traum und Traumdeutung,  C.H. Beck, Münih, 4. baskı.

Pössiger, Günter (2005) Traumbuch. Träume deuten und verstehen,  Humboldt, Baden,  düzenlenmiş genişletilmiş 14. baskı.

Steinlein, Rüdiger (2008) “’Eigentlich sind es nur Träume’. Der Traum als Motiv und Narrativ in märchenhaft-phantastischer Kinderliteratur von E. T. A Hoffmann bis Paul Maar. Aspekte und Beispiele einer kinderliterarischen Traumerzählungsästhetik”, Zeitschrift für Germanistik NF XVII, sayı 1, s. 72-86.

Almancadan Türkçeye Çeviren: Enise Eryılmaz

Çeviri Editörü: Yeşim Tükel Kanra

Son okuma: Melisa Ayşegül Çal

Kaynak Metin: (Çevrimiçi) http://www.kinderundjugendmedien.de/index.php/stoffe-und-motive/432-der-traum , 19.04.2021

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top