Derya Oğuz
İrlandalı genç yazar John Boyne’un 2006 yılında yayımlanan kitabı “Çizgili Pijamalı Çocuk” [1], her ne kadar kitap raflarında çocuk-gençlik kitapları arasında yer alsa da esasında kitlesi tartışılır bir Holokost[2] roman. Zira kitabın Türkçe çevirisinin arka kapağında “Bu kitabı okumaya başladığınızda dokuz yaşında bir çocukla yolculuğa çıkacaksınız (ama bu kitap dokuz yaşındakiler için değil)[3]” ifadesi yer alıyor. Kitap, 2. Dünya Savaşı sırasında babası Nazi subayı olan ve görev sebebi ile ailesiyle birlikte Polonya’ya taşınmak zorunda olan dokuz yaşındaki Bruno’nun hikayesini çok yalın ve etkileyici bir dille anlatıyor. Yalın ve etkileyici olmasının en önemli sebebi, romanın bir çocuğun gözünden yazılmış olması. Savaşın ortasında kendine oyun ve sevgiden bir alan açarak kendi evrenini yaratan, etrafındakilerle bağ kurarak dost edinmeye ve mutlu olmaya çalışan bir çocuğun yalın, masum, saf ve temiz dünyasına tanıklık ediyoruz adeta.
John Boyne, İrlanda’nın günlük gazetesi The Irısh Times’a verdiği röportajda 15 yaşında okuduğu Holokost romanlardan etkilenerek konuya ilgi duyduğunu belirtiyor. Boyne, Yahudi yazar Elie Wiesel’in kaleme aldığı “Night” ve Primo Levi’nin “The Periodic Table” adlı eserlerinden çok etkilendiğini ve sonrasında Yahudilerin savaş döneminde yaşadıklarıyla ilgili birçok farklı kaynağı taradığını söylüyor. 20’li yaşlarının başında yazarlık kariyerine başlayan 1971 doğumlu Boyne, aslında o yıllarda bu konuyla ilgili bir roman yazmayı düşünmediğini ancak bir gün zihninde beliren bir görüntünün etkisiyle sürecin başladığını anlatıyor. Zihninde oluşan görüntü, bir tel örgünün iki tarafında oturan iki küçük çocuk. Ve böylelikle başlıyor Boyne günlerce başından kalkmadan romanı bir solukta yazmaya. Türkçe çevirisini Tülin- Tayfun Törüner’in gerçekleştirdiği romanın özeti şöyle:
Bir gün arkadaşlarıyla oynadıktan sonra eve dönen dokuz yaşındaki Bruno, Nazi subayı olan babasının görevi sebebiyle yaşadıkları yerden ayrılmak zorunda olduğunu öğrenir. Ailesi ve hizmetçileri ile birlikte Berlin’deki beş katlı güzel evini, arkadaşlarını, büyükanne ve büyükbabasını bırakıp Polonya’ya taşınmak zorunda kalır. Geldikleri yere ve yeni eve alışmakta zorlanan Bruno, etrafı keşfetmek ister ancak ailesi tarafından buna izin verilmez çünkü ev, Yahudilerin toplandığı ve soykırımın gerçekleştiği Auschwitz kampının yakınındadır. Evin annesi Elsa bundan çok rahatsızdır. Bruno evin odalarından kampı ve oradaki çocukları görür; herkes çizgili pijamalar giymektedir ve barakalar vardır. Gördüğü yerin bir çiftlik olabileceğini düşünen Bruno, önce on iki yaşındaki ablası Gretel ile kamp hakkında konuşur. Anne ve babasına oradaki çocuklarla oynamak istediğini söyler ancak olumsuz cevap alır. Bruno’nun babası Ralf, oradakilerin insan olmadığını söyleyerek Bruno’nun kafasını karıştırır. Merakı, Bruno’yu bir gün gizlice arka tarafa, oradan ormana ve nihayet kampın tel örgülerine götürür. Tel örgülerin arkasında ufak tefek bir çocuk oturmaktadır. Ona merhaba diyerek konuşur ve sohbet etmeye başlarlar. Kendisiyle aynı yaşta olduğunu hatta aynı gün doğduklarını öğrenir. Aralarında tatlı bir arkadaşlık ve dostluk gelişir. Bruno yasaklara rağmen gizlice tel örgülerin yanına gelir ve sık sık Shmuel ile vakit geçirir. Ona yiyecek getirir, oyun oynamak ister ancak tel örgüler buna müsaade etmez. Aralarındaki dostluk gittikçe güçlenir, paylaşımlar artar. Bu arada Bruno’nun annesi kampta insanlara yapılanlardan haberdar olmuştur ve çok mutsuzdur; kampta olanlarla ilgili eşi Ralf ile konuşur, oradan ayrılmak ister. Bir süre sonra durumu kontrol edemeyeceğini anlayan Ralf, ailesini buradan götürmeye karar verir ve bunu ailesine açıklar. Bruno, bunu öğrendiğinde üzülür ve arkadaşına haberi verir. Shmuel ise kampta birçok zorluk yaşamaktadır. Babası ortadan kaybolur. Bunu öğrenen Bruno, birlikte geçirecekleri son günde arkadaşına yardım etmeye karar verir. Shmuel, Bruno’ya kampta fark edilmemesi için çizgili pijama giydirir ve tel örgülerin arkasına geçerek birlikte babasını aramaya koyulurlar. Kampa doğru ilerlediklerinde kendilerini birden bir kalabalığın ve hengâmenin ortasında bulurlar. İnsanlarla birlikte bilmedikleri bir istikamete doğru istemsizce sürüklenirler. Nazi askerleri onları büyük bir odaya toplar ve kapıları kapatır. Ne olduğunu anlayamayan Bruno, Shmuel’in elini sıkıca tutar. Sonrasını tahmin etmek zor değil maalesef. Geride kalan, sadece karanlıktır ve bir de Bruno’nun tel örgülerin yanında bıraktığı giysileri.
Kitapta insanlığa zarar veren savaş dönemi ve bunun o dönemde yaşayan insanlara ve hayatlara yansıması, örtük bir biçimde hatta tam tersi bir çocuğun dünyasındaki güzellikler üzerinden okuyucunun alımlamasına bırakılarak anlatılıyor. Neredeyse hiçbir çirkin sahne tasviri yok. Ne var ki zihinlerde dönemle ilgili var olanlar, romanı okurken imgelemimizi ister istemez harekete geçiriyor. Konuyla ilgili çok fazla bilgisi olmayan genç ya da çocuk okurlar ne düşünür tabii ki tartışılır ancak belki de okuyucuyu konunun araştırılmasına sevk ederek her yönüyle düşündürücü ve öğretici olabilecek bir roman. Oyun oynaması ve dünyayı tanıması gereken yaşta hayatın karanlık yüzüyle tanışan çocukların hikayesi olarak Çizgili Pijamalı Çocuk, karanlığın ortasında adeta bir ışık yakarak, savaşı geçersiz kılan bir atmosfer yaratıyor ve dostluk, arkadaşlık, sevgi temalarıyla insanın içini ısıtıyor. Bruno’nun Shmuel için evden yemek kaçırdığı sahneler ve dostluk göstergesi olarak tel örgünün arkasından Shmuel’in elini tuttuğu sahne buna verilebilecek en güzel örneklerden. Ve ne yazık ki birlikte karanlığa giderken birbirlerinden cesaret aldıkları ve el ele tutuştukları son sahne.
Roman, aynı zamanda sinema filmi olarak çekildi. 2008 yılında Miramax tarafından sinemaya uyarlanan roman, birçok ödülün yanı sıra İrlanda’da çocuk ve gençlik edebiyatı yazarlarına verilen CBI The Book of the Year Awards [4] (Yılın Kitabı) edebî ödülüne layık görüldü. İrlanda’da 80 hafta çok satanlarda zirveyi bırakmadı, birçok dile çevrildi, yayımlandığı ülkelerde çok ses getirdi, ülkemizde 63. baskısını yaptı, New York Times çok satanlar listesinde yer aldı, birçok ülkede Alman Gençlik Edebiyatı Ödülü (Deutscher Jugendliteraturpreis) gibi hatırı sayılır ödül aldı[5]. Bunun yanı sıra uluslararası alanda sinemada birçok ülkede gösterime giren film, en az kitap kadar başarılı oldu ve birçok ödülü kucakladı. Ülkemizde ise Netflix’te izleyici ile buluşan film, günden güne ilgi çekiyor.
Kitap uyarlamaları olarak çekilen sinema filmleri, göstergebilim temelinde Roman Jakobson’a (1959) göre dil içi (intralingual) ve dillerarası (translation proper) çeviriden farklı olarak gösterge dizgesinin konumu bakımından göstergelerarası (intersemiotic) çeviri olarak kabul edilebilir; zira yazılı bir ürünün okuyucuyla arasındaki iletişim kanalı yazıdır ve dillerarası çeviride de yine aynı iletişim kanalı söz konusudur. Henrik Gottlieb (2005) iletişim kanalının değişmemesi yönüyle bu tür çevirileri izosemiyotik/eşgöstergesel (isosemiotic) çeviri olarak kategorize eder. Oysa yazılı bir ürünün dil içi ya da dillerarası fark etmeksizin sinemaya uyarlanması, eserin erek kitlesi ile kuracağı iletişim kanalını tamamen değiştirir. Bir eserin birden çok iletişim kanalıyla erek kitleye ulaşması diyebileceğimiz uyarlamalar bu yönüyle Gottlieb’e (2005) göre süpersemiyotik/çokgöstergesel (supersemiotic) çeviri kategorisinde sayılır. Andre Lefevere’e (2012) göre ise çeviri bir yeniden yazmadır (rewriting) ve uyarlanan eserler bu kapsamda ele alınabilir (Kıran, 2020: 85).
Kitap ve Film Karşılaştırması
Kitaptan uyarlanarak çekilen Çizgili Pijamalı Çocuk filmi, göstergeler arası yeniden bir yaratım örneği olarak incelendiğinde orijinaline göre bazı farklılıklar gösteriyor. Uyarlamalarda yazılı metinlerde olduğu gibi bir karşılaştırma yapılması doğru olmamakla birlikte eserin orijinalindeki iletilerin filme ne kadar yansıdığına bakabiliriz. Eserin orijinalinde ve filmde çocuk ve gençlik edebiyatı olması hasebiyle kişilik inşasını ve gelişimini etkileyen eğitici ögeler, sosyal yaşamda hayata geçirilebilecek tutum ve davranış örnekleri, iletişim temsilleri ve toplumsal farkındalık gelişimi ile ilgili ögeler göze çarpıyor[6].
Görsel göstergeler ve karakterler açısından bakıldığında karakterler, neredeyse kitapta tasvir edildiği gibi. Daha doğrusu bunu ayırt etmek zor. Önce kitabı okuyup sonra filmi izlemekle, filmi izledikten sonra kitabı okumuş olmak arasında fark olmalı. Hatta bu, farklı bir çalışmanın konusu olabilir. Ben önce filmin bir kısmını izlediğim için kitabı okurken sanırım karakterleri zihnimde filme göre canlandırdım. Baş karakter Bruno, kitapta olduğu gibi filmde de keşfetmeye meraklı, sorgulayıcı, kibar, hassas, oyuna düşkün bir çocuk. Annesiyle ilişkisi babasıyla olan ilişkisine nazaran daha samimi; babasına karşı daha mesafeli ve itaatkâr. Filmde bu durum görsel göstergelerin etkisiyle daha çok hissediliyor. En önemli karakterlerden biri olan Shmuel, kitaptaki tasvirlerle paralellik gösteriyor. Tabii ki görsel göstergelerin ve yüz ifadesinin etkisiyle karakterin naifliği, masumiyeti daha etkileyici bir hal alıyor.
Evin annesi Elsa, kitapta olduğu gibi nazik, yumuşak huylu ve hassas bir karakter. Romanda Elsa’dan öğrendiğimiz nezaket içerikli eğitsel iletilerden bazılarını, filmde, kitapta olduğu gibi vurgulu göremiyoruz. Bunun sebebi film dilinin yazı dilinden farklı olması. Filmlerde görsel-işitsel birçok kanaldan izleyiciye ulaşan ve anlamı tamamlayan ileti, romanda yazı ile tek kanaldan okuyucuya ulaşıyor. Sözgelimi kitapta Bruno yere düştüğünde Pavel yarasını sarıyor ve annesinin ona teşekkür ettiğini duyan Bruno (s.80) bundan mutlu oluyor. Bruno’nun gözünden anlatılan bölüm, filmde Elsa’nın Pavel’a teşekkür etmesiyle veriliyor. Bruno kitapta olduğu gibi annesinin teşekkür etmesine filmde tanık olmuyor. Filmde yer almayan bir bölüm daha var. Kitapta bu bölümde yine romanın Bruno’nun gözünden anlatıldığını fark ettiğimiz bölümde, Elsa Pavel’a “Eğer Kumandan sorarsa Bruno’nun yarasını saranı benim temizlediğimi söyleyeceğiz” diyor. Bruno, annesinin yapmadığı bir şeyden övgü toplamaya çalışmasını bencilce bulduğunu düşünüyor. Oysa Elsa’nın amacı Pavel’in zarar görmesini engellemek. Mutfakta ve bahçede hizmet eden yaşlı, zayıf ve çizgili pijamalı Pavel, filmde etkileyici bir karakter olarak dikkati çekiyor.
Tam bir Nazi askeri olan Teğmen Kotler, kitaptaki bazı olumsuz sahnelerin filme yansımamasına rağmen tasvir edildiğinden bir parça daha sert bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Bunun sebebi de yine kitapta bazı olayların örtük anlatılması ve okuyucuya bırakılması olabilir. Ancak sinema filminde birbiri ardına gelen sahne, olay örgüsündeki süreğenlik, algılamayı yönlendiriyor, olayların zihindeki etkisini artırıyor ve karakterleri daha canlı kılıyor. Belki de kitapta göremediğim bir replik böyle düşünmemi sağladı. Filmde Kotler’in, toplama kampında insanların yakılmasıyla ortaya çıkan kokuyu alaycı bir yüz ifadesiyle “Yandıkları zaman daha kötü kokuyorlar” (00:48:20) biçiminde betimlemesi, karakterin acımasızlığının en belirgin noktası olarak zihinde kalıyor. Filmin senaristi Mark Herman, filmin tasarlanması sırasında yaptıkları araştırmada Auschwitz kampında olup bitenlerin sivillere söylenmesinin yasak olduğu bilgisine ulaştığını ve gerçekte kampın komutanının bu bilgiyi eşinden görev icabı sakladığını belirtiyor[7].
Filmin açılış sekansı İngiliz şair John Betjeman’ın (1906-84) çocukluğu betimlediği çok manidar dizelerle başlıyor: “Childhood is measured out by sounds and smells and sights before the dark of reason grows.” Altyazısı, “Çocukluk, aklın karanlık vakti gelmeden önceki sesler kokular ve görüntülerden ibarettir” olarak çevrilen bölüm, çocukluğun duyularla tanımlanan bir dönem olduğunu vurgulayarak büyümeyle birlikte aklın ve mantığın devreye girdiğini ve bunun çocukluğun naifliğini yok ettiğini anlatıyor. Yetişkinlikte çocuklukta olduğu gibi sadece duyularla hareket edilmediği için hissetmek ve anı yaşamak daha zor bir hale geliyor. Zira artık yetişkin olunduğunda akla, mantığa ve belli gerekçelere dayandırılarak yapılan ve farkında olunmayan yanlışlar söz konusu olmaya başlıyor ve bunlar insan hayatını olumsuz etkiliyor. Hatta bu eserde gördüğümüz gibi yetişkinlerin yaptığı yanlışlar çocukları da kendileri ile birlikte karanlığa sürüklüyor. Bruno’nun ablası Gretel’in ailesinden, Teğmen Kotler’den, öğretmeninden etkilenmesi, ailesinin doğrularını olduğu gibi hiç sorgulamadan kabul etmesi ve böylelikle aynı yanlışın içinde olması; Bruno’nun ise birçok şeyi sorgulamasına rağmen fark etmeden bunu hayatıyla ödemesi, ebeveyn olarak onlara aktardığımız doğrularımızı sorgulamamız gerektiğini düşündürüyor. Çocuklar elbette ailelerini sever, doğal olarak onlara güvenir, inanır ve onların doğrularını kabul ederler. Çocukların ailelerinden gördüklerini yapması ve sürdürmesi genellikle görülen bir durum. Tam bu noktada ebeveynlerin sorumluluğu başlıyor. Eğer yanlış bir şey yapıyorsak artık sadece kendimizi değil çocuklarımızı da etkiliyoruz.
Çocuk yetiştirmenin büyük sorumluluğu ile ilgili filmde çok etkileyici bir biçimde işlenmiş bazı temalar var. Korku bunlardan biri. Korkuyla söylenen yalan bir diğeri. Bruno’nun arkadaşına yemek götürebilmek için hizmetçileri Maria’ya ve annesine yalan söylemesi, Shmuel’e yemek verdiği halde Teğmen Kotler’den çok korktuğu için vermediğini söylemesi, bir çocuğun hangi durumlarda yalan söylediğine dair bilgi veriyor. Dürüstlük, çocukların ebeveynlerinden ve öğretmenlerinden sıkça duydukları bir öğreti. Ne var ki çocukları yalan söylemeye iten sebeplere baktığımızda altından yine ebeveynler ve çocuğun etrafındaki yetişkin figürler çıkabiliyor. Kitapta ve filmde bunun örneğini görüyoruz. Korku, Bruno’nun gerçeği söylemesine engel oluyor. Korkuyla büyüyen çocuklar gerçeklikle ilişkilerini düzenleyemiyorlar ve sıkça yalana başvuruyorlar, kendileri olamıyorlar. Kendisi olmasına izin verilmeyen çocuk, başka kalıplara girmeye zorlanıyor. Kitap, korkuyla ilgili olan ceza konusunu da tartışmaya açıyor. Bruno’nun babasının yeni bir göreve gönderilmesini, Shmuel’in ailesinin kampta tutulmasını cezalandırılma olarak algılaması, bunu kanıtlar nitelikte. Zira cezalandırılmaktan korktuğu için yalan söylüyor.
Kitapta ve filmde çeşitli motifler ele alınıyor. Sözgelimi, çocukluğa ilişkin en önemli motiflerden olan oyun, farklı biçimlerde karşımıza çıkıyor. Kitapta keşfetmeye meraklı bir karakter olan Bruno her fırsatta oyun oynuyor ve keşifle oyunu harmanlıyor. Filmde tema olarak keşif ve kaşiflik aynı biçimde bolca işleniyor. Filmde ilk oyun motifi, ilk sahnede çocukların kollarını kanat şeklinde açıp Messerschmitt[8] taklidi yapmasıyla, sonraki sahnelerde ise buna ek olarak ellerini silah yapıp birbirlerine ateş etmeleriyle dikkat çekiyor. Çocuklar savaşın atmosferinde ister istemez oyunlarına savaş figürlerini dahil ediyorlar ve savaşın oyuna sirayet ettiği göze çarpıyor. Bunun yanı sıra Bruno, her fırsatta oyun oynamak istiyor. Hatta Shmuel’in arkadaşlarıyla sürekli oyun oynadığını zannederek tel örgünün bu tarafında tek başına bırakılmasını haksızlık olarak görüyor (s. 103). Haksızlığa ilişkin ironik vurgularından birisi, filmde ve kitapta tezat bir durumla anlatılıyor. Kitapta oyuna ilişkin en can alıcı bölüm, Bruno’nun sürekli oynama isteğine karşılık Shmuel’in buna eşlik edememesi ve Bruno’nun “Keşke beraber oynayabilseydik. Sadece bir kez. Hatırlamak için…” (s. 181) biçimindeki sözleri. Bu bölüm filmde de aynı çarpıcılıkla veriliyor.
Kitapta oyunun dışında Bruno’nun hayal gücü ve kendi dünyası ile ilgili birkaç bölüm var. Sözgelimi ablası Gretel’in odasına girdiğinde raftaki bebeklerin gözlerini ona dikip her şeyi gözlediklerini zannediyor (s.23). Uzaktan tel örgüleri gördüğü bölümde orada gördüğü kişileri ve gözlemledikleri ile ilgili her şeyin kralı olduğunu düşünüyor. Ablasını ise kendisine ait halktan alt tabaka biri olarak görüyor (s.33). Diğer bir bölümde Bruno odasında uzanırken sıkıntıdan tavana bakıyor; tavanla boya arasında böceklerin yaşadığını ve böceklerin kaçmaya çalıştığını hayal ediyor (s.53). Aslında fantastik sayılabilecek yorumlamalarla çekilebilecek sahnelere ve görsellere filmde rastlanmıyor. Bunun sebebi yönetmenin kararına bağlı olmakla birlikte filmdeki iletinin odağını bozmamak ya da filmin yalınlığına zarar vermemek olabilir. Bunun yerine Bruno’nun satranç oynadığı bir sahnede önce kendi yerine sonra hayali rakibinin yerine hamle yaptığı görülüyor. Bruno, hizmetçileri Maria’ya kendi eğlencesini yaratmaya çalıştığını söyleyerek onu geçiştiriyor.
Kitapla film arasındaki en dikkati çeken farklardan biri Bruno ve Shmuel’in kitapta dokuz, filmde sekiz yaşında olması. Kitapta doğum günlerinin aynı olduğundan söz ediliyor. Filmde bu diyaloğu görmüyoruz. İki çocuğun doğum günleri de dahil birçok ortak noktası olmasına ve çocuk hakları açısından aynı haklara sahip olmaları gerekmesine rağmen ayrı şartlarda farklı dünyalarda yaşamaları, filmdeki görsellerle çok daha belirgin hale geliyor. Bruno’nun tipik bir çocuk olarak herkesin dünyasını kendi yaşadıklarıyla aynı zannetmesi, kendi algılamasından çıkamaması, Shmuel’in yaşadıklarını anlayamaması ve birçok şeyi kendi gördükleriyle yorumlaması bize bir taraftan bir çocuğun naif perspektifini hissettirirken diğer taraftan yetişkinler olarak bu olayın hayattaki izdüşümünü düşündürüyor. Etrafımızda olanlardan ne kadar haberimiz var? İnsanların ne yaşadığını biliyor muyuz, zor durumlarını görebiliyor muyuz ve anlıyor muyuz? Başlangıçta da söylediğim gibi romanın kitlesi çok geniş. Hem gençlere hitap ediyor hem de alt metinlerle yetişkinlere sesleniyor.
Kitabın Türkçe çevirisinde dikkati çeken birkaç noktadan söz etmek istiyorum. Bunlardan biri “Out-With” kampın adı, diğeri Hitler’i işaret eden “Fury” sözcüğü. Kitapta kampın adı ve Fury İngilizce orijinalinde olduğu gibi bırakılmış, çevrilmemiş. Almanca çevirisine baktığımızda kampın adının “Aus-wisch”, “Fury” sözcüğünün ise “Furor” olarak kullanıldığını görüyoruz. Türkçede “Out-With” olarak bırakılmasının sebebi dipnotla açıklanıyor. “Out” sözcüğünün “dışarısı” anlamına gelmesi ile birlikte fonetik çağrışımın “Auschwitz”’e gönderme yapması ve benzer biçimde “Fury” sözcüğünün “Führer”i çağrıştırması, çevirmenin kararını etkiliyor. Filmde bu sözcükleri pek duymuyoruz. Yalnızca Bruno’nun büyükannesinin cenazesinde bir çelenk üzerinde “vom Führer” yazısı göze çarpıyor. Bunun yanı sıra kitapta geçen geniş yer kaplayan Fury betimlemesi ve Bruno’nun Hitlerle karşılaşması (s.112-114) filmde yer almıyor ve daha yüzeysel sahnelerle veriliyor.
Çocuk ve gençlik edebiyatı ürünlerinin en önemli özelliklerinden biri okuyucuların dil gelişimini desteklemek ve sözcük dağarcığını genişletmek. Romanda bunun örneklerini görüyoruz. Bruno, yeni evi kabullenmek istemediği ve geri dönmek için annesini ikna etmeye çalıştığı bölümde annesine “Bence yapılacak en iyi şey tüm bunları unutup eve dönmek. Bunu deneyimler hanesine yazabiliriz (We can chalk it up to experience).” diyor ve sonrasında bu ifadeyi yeni öğrendiğini ve kullanmaya devam edeceğini belirtiyor (s.16). Bruno, yine babasıyla olan diyaloglarından birinde babasının “Binaenaleyh, evimizin burası olması gerekiyor.” biçimindeki ifadesinde geçen “binaenaleyh” sözcüğünü bilmediğinden söz ediyor. Eserin orijinaline baktığımızda “bundan dolayı, dolayısıyla” anlamında çok yaygın kullanılmayan “ergo” zarfının kullanıldığını görüyoruz. Ve son olarak Bruno’nun bilmediği bir sözcük olan “icra etmek” fiili dikkat çekiyor. Hizmetçilik yapan Pavel’ın aslında doktor olduğunu öğrendiğimiz bölümde “Before I came here, I practised as a doctor” demesine karşılık Bruno’nun “practise” sözcüğünü bilmediğini anlıyoruz. Türkçede çevirmenin bu sözcükleri orijinalinde olduğu gibi basitleştirmeden farklı sözcüklerle vermeye çalıştığı görülüyor. Filmde söz konusu sözcükler gibi yeni sözcüklerin vurgulandığı sahnelere çok rastlanmıyor. Yalnızca bir sahnede öğretmenine sesli kitap okuyan Bruno’nun “destiny” sözcüğünü “desnity” biçiminde yanlış okuması sonucunda öğretmenin düzeltme yaptığı fark ediliyor.
Kitapta çeşitli motifler, semboller ve filmde buna uygun olarak tasarlanmış görsel ve işitsel göstergeler yer alıyor. James Horner tarafından bestelenmiş film müzikleri, kitaptan farklı olarak filmin iletisinin tamamlayıcı nitelikte söz ve besteleriyle dikkat çekiyor. Kitapta yer alan önemli motiflerden ve filmde yer alan görsel göstergelerden biri, Shmuel’in Bruno’ya göstermek için yere tozlu zemine çizdiği Yahudilik sembolü altı köşeli heksagram yıldızı; diğeri ise Bruno’nun çizdiği Nazileri sembolize eden gamalı haç. Filmde bu semboller ara ara sahnelerde görünse de kitaptaki kadar vurgulanmıyor. Bunun sebebi, Fury’nin de filmde çok ön plana çıkarılmamasında olduğu gibi filmin iletisinde ırkçılıkla ilgili ögelerin ve sembollerin özellikle zihinde yer tutmaması olabilir. Filmde daha olumlu anlamda iz bırakacak konu başlıklarının ve sahnelerin geniş yer tutmasına özen gösterilmiş gibi görünüyor. Kitaptan farklı olarak filmde göze çarpan başka bir sahne var. Bruno’nun babası Ralf, kendi babasına ve birçok komutana evin bir odasında Yahudiler’in toplandığı kampla ilgili 14 dakikalık bir film izletiyor (01:02). Burada kampın güzel ve huzurlu bir ortam olduğuna ilişkin yanıltıcı sahneler görülüyor. Bruno da gizlice bazı bölümleri izliyor ve kampta kötü bir şey yapılmadığı izlenimine kapılıyor. Bu sahnede babasına karşı hep mesafeli olan Bruno’nun ona sarıldığını ve onunla gurur duyduğunu görüyoruz. Filmin senaristi bu sahneyi yaptıkları araştırmalar sonucu özellikle eklediklerini belirtiyor. Sebep olarak ise kampta yapılanların bir süre gizli tutulması zorunluluğu gösteriliyor. Bu sahnede ayrıca bir çocuğun babasının yanlış bir şey yapmadığına dair inancını tazelediğini görüyoruz. Çocukların aile içinde ebeveynlerine olan güven ihtiyacı kitaptan farklı sahnelerle veriliyor.
Kitabın en dikkati çeken motiflerinden biri, tabii ki romana da adını veren çizgili pijama görünümünde Yahudilere zorla giydirilen çizgili giysiler. Bruno bunları pijama, üzerindeki numaraları da oyunun bir parçası zannediyor. Shmuel ise Bruno’ya onların pijama olmadığını anlatmaya çalışıyor. Kitabın kapak tasarımı, içeriğindeki motif gibi mavi soluk çizgilerden oluşuyor. Filmde yakın çekimlerle vurgulanan mavi çizgili giysinin yanı sıra Bruno ile Shmuel’i ayıran tel örgü diğer önemli bir motif. Tel örgüyü filmin afişinde ve filmde bolca görüyoruz. Tel örgünün Bruno tarafında arka plan canlı bir orman olarak verilmiş; Shmuel’in arka planı ise gri ve toprak renklerle tasarlanmış. Bruno’nun olduğu taraf yaşamı, Shmuel’in yerde ümitsizce oturduğu bölüm ölümü ve belki de karanlığı, umutsuzluğu simgeliyor. Tel örgü, bir taraftan Bruno ile Shmuel’i somut olarak ayırırken aynı zamanda ayrımcılığın en önemli simgelerinden biri olarak dikkati çekiyor. Kitabın arka kapağında da belirtildiği gibi dünyanın her yerinde tel örgülere rastlanabilir, rastlanıyor da. Ancak en sakıncalısı zihinlerimizdeki tel örgüler, belli fikir ve düşüncelere yaslanarak ve onları rasyonalize ederek oluşturduğumuz davranış kalıplarımız ve tutumlarımız. Kendi doğrularımızı dayatırken ve doğrularımız etrafına tel örgüler çekerken acaba başkasının hayatını ne kadar etkiliyoruz?
Kitabın son cümleleri şöyle: “Elbette tüm bunlar çok uzun zaman önce oldu ve böyle bir şey bir daha asla olmaz. Bu zamanda ve bu çağda tabii ki…”. Sanırım bu sözler ironi ile karışık bir temenni olmaktan öteye gidemiyor. Zira geçmişteki karanlık olayın somut olarak günümüzde gerçekleşme ihtimali düşük olsa da farklı formlara bürünmüş, başka kılıflara sarılmış ayrımcılıklar, dışlamalar, toplamalar ve soykırımlar olmuyor mu? Bizler de tıpkı masada oturup zavallı yaşlı Pavel’in fiziksel şiddet görmesine tanıklık eden Bruno’nun ailesi gibi olanları kimi zaman seyretmiyor muyuz? Ve sadece üzülerek vicdanımızı rahatlatabilir miyiz? Kitap ve kitap kadar etkili olan film, bütün bunları sorgulamaya sevk ediyor dünyalarımızı; bizi kendimizden ve egosantrizmden sıyrılabilmeye davet ediyor. Ve belki de cesur olup sorumluluk almaya… Albert Einstein’ın sözleriyle bitirelim: Dünya kötülük yapanlar yüzünden değil, seyirci kalıp hiçbir şey yapmayanlar yüzünden tehlikeli bir yerdir.
Kaynakça
Boyne, John (2006) The Boy in the Striped Pyjamas. Penguin Random House Children’s, The 10Th Anniversary Edition 2016, UK.
Boyne, John (2022) Çizgili Pijamalı Çocuk. (çev. Tülin Tayfun Törüner), Birinci Baskı 2007, Tudem Yayınları, İzmir.
Gottlieb, Henrik (2005) Multidimensional Translation: Semantics turned Semiotics. In S. Nauert, & H. Gerzymisch-Arbogast (Eds.), Proceedings of the Marie Curie Euroconferences MuTra: Challenges of Multidimensional Translation (EU High Level Scientific Conference Series 2005-2007). pp. 33-61.
Jakobson, Roman (1959) On Linguistic Aspects of Translation. in Brower, (ed.), On Translation, Cambridge, MA: Harvard University Press, pp. 232-239.
Kıran, Aysun (2020) A Conceptual Discussing of Rewriting as a Tool for the Translation(al) Turn. Curr Res Soc Sci, 6(2), 83-91. Doi: 10.30613/curesosc.630543.
Lefevere, Andre. (2012) Mother courage’s cucumbers: Text, system and refraction in a theory of literature. In L. Venuti (Ed.), Translation studies reader, London: Routledge, pp. 203-219.
- Kitabın orijinali “The Boy in the Striped Pyjamas” adıyla İngilizce olarak yayımlanmıştır. ↑
- Holokost, İbranice “olah” sözcüğünün Yunanca çevirisidir. İbranice HaŞoa olarak da bilinen sözcük, “bütün, tamamen” anlamındaki “holos” ve “yanıp kül olmak” anlamındaki “kaustos” sözcüklerin birleşiminden oluşuyor.https://www.britannica.com/story/what-is-the-origin-of-the-term-holocaust ↑
- Kitabın orijinalinde 10. Yıldönümü özel baskısında bu ifade yer almıyor. ↑
- CBI (Duaiseanna Leabhair na Bliana), İrlanda’da daha önce Bisto Book of the Year Awards olarak da anılırdı. ↑
- https://libguides.tts.edu. ↑
- Kitapta çocuk-gençlik edebiyatına uygun olarak bir çocuğun psikolojik, bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini destekleyen eğitsel iletiler ile ilgili bkz. Akkaya, N., Güllü B., & Özden, E. (2021). Educational messages and effective communication factors in children’s literature Works. Çocuk Edebiyatı eserlerinde yer alan eğitsel iletiler ve etkili iletişim unsurları. The Journal of Limitless Education and Research, Sınırsız Eğitim ve Araştırma Dergisi, 6(1), 78-118. DOI: 10.29250/sead. 833772 ↑
- https://web.archive.org/web/20110723045616/http://www.visualhollywood.com/movies_2008/boy_in_striped_pyjamas/notes.pdf ↑
- Messerschmitt, II. Dünya Savaşında aktif kullanılan çift jet motorlu Alman savaş uçağıdır. ↑