Bitmesine İzin Verilmeyen Savaş: Açlık Oyunları Örneği

Suzan Deniz

Militer bir olgu olarak bilinen savaş, aynı zamanda sosyal ve politik bir olgudur. Karşı taraftaki dış etmenlerin yanı sıra aynı zamanda içsel/yerel topluluklar karşısında savaşılan yapılar da savaşın tarafları olarak hareket etmeleri olasıdır. Michel Foucault’nun 1970’lerde üzerine seminerler verdiği biyopolitika olgusunun politik iktidarını tanımlayan yönetimsellik ve onun aygıtları, söz konusu yönetimselliğin kontrol ettiği bireyler üzerinde uyguladığı güç hakkındadır. Bu aygıtlar arasında insanların hastalıklarını tedavi eden hastane kurumu ve hastabakıcılık eylemi, kanunlara karşı gelindiğinde uygulanacak cezanın kararlaştırıldığı ve verildiği hukuk kurumları, nüfus kontörlünü, eğitimi çevresini de kapsayan ve genel olarak cinselliğin bir düzenlemeye tabi tutulduğu kurumlar bu aygıtlar arasında sayılabilir. Söz konusu aygıtlar sayesinde yönetim, kendi sürekliliğini sağlamak adına bireyleri bir takım disiplin mekanizmalarına tabi tutar.

Foucault söz konusu aygıtları, Biyopolitikanın Doğuşu adlı 1978-9’da vermiş olduğu bir dizi seminerin derlemesinden oluşan kitabından önce sunmuştur. Toplumun siyasi ve kültürel normlarının günümüze kadar nasıl oluştuklarını anlatan belli başlı kimi öğeleri ise 1960’lar ve 1970’lerde yazdığı kitaplar üzerinden örneklendirmiştir. Bunların arasından Kliniğin Doğuşu (1963), Kelimeler ve Şeyler (1966), Hapishanenin Doğuşu (1975) ve Cinselliğin Tarihi (1976) adlı eserleri politika tarafından o zamanki sosyal, kültürel ve politik şartlara göre ne şekilde oluşarak nasıl bir episteme oluştuğunu tartışmıştır. 1978 ve 1979’da ise söz konusu mefhumların ve diğer yönetim aygıtlarının nasıl çalıştıklarını tartıştığı seminerlerini vermiştir. Klinik (sağlık sistemi), hapishane (ceza ve düzeltim sistemi) ve cinsellik (nüfus kontrolü) gibi olguları üzerinden modern iktidarın, yani yönetimselliğin kendi yönetim anlayışına göre toplumu şekillendirdiğini anlatmaya çalışmıştır.

Biyopolitik yönetim anlayışında bireyin refahı, çeşitli sosyal servislerden yararlanması temel amaç iken, çağdaş edebiyat eserlerine bakıldığında eğitim, sosyal imkanlar, altyapı hizmetlerine erişim, sağlık hizmetleri gibi konular yerlerini daha çeşitli olgulara bırakmıştır. Yazının odağı olan savaş, daha önce de belirtildiği üzere militer ve toplumun genelinden çoğunlukla uzak bir olay olsa da söz konusu olgunun yönetimselliğin bir parçası olarak, bir yönetim aygıtı olarak kullanıldığını görebiliriz.

Savaşlar genelde politik veya sosyal olgular sebebiyle başlayıp uzun veya kısa süreli olarak devam ederler; fakat ekonomik açıdan da masraflı olduklarından sona erdirilmesi hem yönetimselliğin hem de toplumun yararınadır. Fakat Suzanne Collins’in gençlik edebiyatı serisi olan Açlık Oyunları’nda savaş; bir olaylar silsilesi olmaktan çıkartılıp, bitmesine izin verilmeyen ve politik bir olgu olarak kullanılan bir şekle büründüğü görülebilir. Savaş da artık yönetimselliğin bir aygıtı olmuştur ve diğer aygıtlar gibi çeşitli zaman ve yerlerde toplumun karşısına sürekli çıkarılmakta, unutulmasına izin verilmemektedir.

Eşitlikçi bir yönetimde bireylerin refahı hedeflenirken tam tersi durumlarda bu mekanizmalar/aygıtlar bireyler üzerine olumsuz bir disipline etme hissi bırakırlar. Arka planda bir iç savaşın yaşanmış olduğu anlaşılan Suzanne Collins’in Açlık Oyunları eserinde, ana karakter Katniss Everdeen ve yaşadığı kısıtlanmış çevre üzerinden, üstünden yaklaşık 75 yıl geçmiş olmasına rağmen iç savaşın etkilerinin halen sürdüğü görülebilir.

Kazanan taraf olan Başkent ve fiziksel olarak çevresine konumlanmış mıntıkalarken, kaybeden mıntıkalar, yönetimsellik anlayışı ve kontrol/disiplin aygıtları yüzünden coğrafi olarak yakın olsalar da birbirlerinden epey ayrıdırlar. Söz konusu mıntıkalar ayrıştırılmış, ayrımcılığa uğramış ve sömürgeleşmiş haldedirler. Bu noktada savaş olgusu, Başkent’in sürekli olarak kaybeden mıntıkalara hatırlattığı, içinde yaşamaya zorladığı bir denetim aygıtı haline gelmiştir. Aynı zamanda savaş, Başkent’in yönetimselliğinin getirdiği bir politik yapıdır. Bunun uzantısı olarak çeşitli mıntıkalarda yaşayan insanların yaşam alanlarına kısıtlama getirilmesi; eğitim, sağlık, sosyal güvence, çalışma hakları gibi vatandaşlık ve birey haklarının ellerinden alınması söz konusudur. Bu noktada savaş, toplumu ve bireyleri disipline etme amacı ile kullanılan bir araç olur. Bu şekilde bir disipline etme veya birey üzerinde tahakküm kurma biyopolitik bir yönetimselliğin amacı değildir:

“Foucault’un biyo-iktidar kavramı ile anlatmaya çalıştığı şey asıl itibariyle; iktidarın ya da iktidarların bireyler üzerinde otorite ve tahakküm kurmalarının önüne geçecek, bireyi merkeze alan, bireyin yaşam alanına saygı duyan, amacı kendi gücünün üstünde hiçbir güç olmadığını bireylere her daim hissettirmeyen, ancak bunun yanında hukuk kuralları çerçevesinde kendi normlarına sahip çıkan bir iktidardan bahsetmektedir.” (Apalı, s.295)

Çağdaş edebiyat serilerinden Alaycı Kuş üçlemesinde, Suzanne Collins, biyopolitik bir iktidarın distopik bir çevre oluşturarak çeşitli olguları, özellikle de savaş olgusunu, sürekli bir disipline etme aracı olarak kullandığını gösterir. “[t]ematik özellikleri çerçevesinde, [Alaycı Kuş üçlemesi] sadece Panem’e değil, aynı zamanda içinde bulunduğumuz toplumdaki belirli politik ve ekonomik güçlere referans yaparlar” (Clemente, s.21) ve yönetimsellik savaş aracılığı ile sınırsız bir agresyonun kullanılmasını onaylar (Butler, s.4). Romanlarda kurgulanan ve gelecekte geçtiği varsayılan Panem ve yönettiği mıntıkalardaki politik düzen, daha sonrasında Foucault’nun neoliberalizm başlığı altında toplayacağı bir dizi yönetimsellik aracı sayesinde yönetilen bir düzendir. Foucault’a göre, sağlık, eğitim, ceza sistemi, ekonomiye yön veren parametreler yönetimsellik olarak adlandırdığı bir mekanizmanın, ya da politik bedenin, parçalarını, daha doğrusu uzantılarını oluştururlar. Yönetimsellik varlığını bu sistemlerin, veya aparatların, ne derecede iyi işlediğine göre sürdürebilir; aksi durumlarda yönetimsellik gücü bünyesinde toparlayamaz ve problemler oluşur.

Butler, yönetimselliğin bu problemlerden arınmak adına toplumu süreğen bir paranoya içine itmesini ve savaşın sürekli kullanılan bir araç olarak kullanışlı hale getirilmesini şöyle açıklar: “Terörizme karşı savaşı sonsuz bir savaş olarak hayal eden ebedi bir paranoya kendisini sürekli haklı çıkarmak istemektedir.” (Butler, s.34) Başkent’in olası bir ayaklanmayı da önlemek, çıkması halinde hemen bastırabilmek adına 75 yıldan fazla zaman önce olmuş savaşı bir çeşit periyodik olimpiyat oyunu gibi kullandığı görülebilir.

Katniss Evedeen’in başkahramanı olduğu seride, Collins savaş durumunu Katniss’in ailesinin içinde yaşadığı yoksulluk üzerinden tanımlıyor. Aile hala süren savaş zamanındaki gibi yoksulluk içinde bilerek yaşatılan bir çevrede yaşarken, savaşın getirdiği olağanüstü durum halini Katniss şu şekilde tanımlıyor:

“Yoksulsanız ve bizim gibi açlığın sınırında yaşıyorsanız, bilet karşılığında adınızın kuraya daha çok girmesini tercih edebilirdiniz. Her bilet, bir kişinin yıllık tahıl ve yağ istihkakına denk gelirdi. Bunu ailenizdeki diğer kişilerin yerine de yapabilirdiniz. On iki yaşımdayken, adım kuraya dört ayrı kağıtta birden girmişti. Biri zorunda olduğum; diğer üçü ise kendim, Prim ve annem adına tahıl ve yağ demek olan üç bilet almak içindi.” (Collins, s.21)

Savaş zamanında karne, taksim sistemi, kupon gibi düzenlemeler ile verilen yiyecek ve içecekler, 12. Mıntıka’da halen bir olağanüstü hal durumundaymışçasına dağıtılmaktadır. Ailesi için daha fazlasını isteyen bireyler ise, ki romanda çocuk veya ilk gençlik çağındaki insanlar olmak durumundadırlar, sonu ölümle bitme riski taşıyan oyunlara katılmayı göze almak zorundadır. Bu durum ise süreğen bir savaş halinin doğrundan çocuklar üzerindeki etkisini örnekler.

Yiyecek istihkakı dışında, savaş halinin düzenleyici bir etkisi nüfus kontrolü açısından da romanda örneklenebilir. “Hasat günleri, Başkent’in nüfus sayımı gerçekleştirmesi açısından da işe yarıyordu. On iki ile on sekiz yaş arasındaki çocuklar, halatlarla çevrili bir alanda yaşlarına göre ayrılarak diziliyordu.” (s.24) Nüfus kontrolünün de sağlandığı Hasat günü, yine yönetimsellik anlayışının, nüfusu sayılar ve çeşitli istatistikler üzerinden de kontrol altına almasına yarıyordu. Hasat günü yalnızca her mıntıka da belli yaş aralığında kaç kişinin olduğunu değil, bunların ne oranda kız veya erkek çocuğu oldukları, aldıkları bilet sayısı üzerinden sosyo-ekonomik durumları gibi verileri de Başkent’in elde etmesini sağlıyordu. Katniss’in daha önce de kitapta bahsettiği üzere mıntıkalarda, Damar olarak tabir edilen ve daha çok o mıntıkaya atfedilmiş olan iş koluna mensup bir çalışan sınıfı ve zanaatını ve malını satan bir tüccar sınıfı olduğu anlaşılıyor. Kurada adı çıkan çocukların hangi sınıfa mensup oldukları yine Başkent’in veri üzerine kurulu kontrol etme mekanizmasını da destekler böylece.

Gerektiği zaman savaş veya çatışma durumunda asker veya güvenlik kuvveti olarak kullanılabilecek çocukların ve gençlerin belirlenmesinden sonra Hasat seremonisi bir hikaye anlatıcılığı ile devam eder: “[…] bir zamanlar Kuzey Amerika olarak bilenen yıkılmış medeniyetin küllerinden doğan Panem’in tarihinden bahsederler; felaketleri, kuraklıkları, fırtınaları, yangınları, denizin yükselerek karanın büyük kısmını yuttuğu zamanları sıraladıktan sonra, geriye kalan kısıtlı kaynaklar için girilen korkunç savaşa geçerdi.” (s.26) Her Hasat töreni öncesinde yapılan bu seremonide mıntıkaların birbirleriyle olan savaşı öncesinde olan doğa olaylarını mitolojik bir yaratılış hikayesi gibi aktararak kendi postmodern mitolojisini de oluşturmuş oluyor. Analitik ve mantığa göre hareket eden bir politik mekanizmanın mitolojik bir hikaye anlatıcılığına başvurması yine bu hikayenin peşinde olan savaşa daha köklü, toplumun bilinçaltına kök salacak bir yapı inşa etmesinden ileri geliyor.

Geçmişte yaşanmış savaşın bu denli bir mitolojisinin oluşturulup, devamlı anlatılıp, sürekliliğinin sağlanmasından sonra Katniss savaşın bu şekilde hatırlatıcı, bitmesine izin verilmeyen ve kullanışlı bir olgu olduğunu direkt olarak tanımlar:

“Sonrasında, mıntıkaların Başkent’e karşı ayaklandığı Karanlık Günler geliyordu. Bu ayaklanmada on iki mıntıka mağlup ve on üçüncüsü yok edilmiş; ayaklanmanın ardından imzalanan İhanet Anlaşması, barışı garanti altına alan yeni kanunları ve Karanlık Günler’in bir daha asla yaşanmaması için her yıl tekrarlanarak bize geçmişte ne olduğunu hatırlatacak Açlık Oyunları’nı getirmişti.” (s.26)

Savaşın hikayesinin, daha doğrusu mitolojisinin bu şekilde ortaya konması mıntıkalarda yaşayan toplulukları disipline etme ve yönetimselliğini sürdürmenin yanı sıra ayrıca önleyici bir tedbir olarak da kullanılmaktadır: “Bir başka ayaklanmadan sağ çıkma şansımızın ne denli düşük olduğunu asla unutmamamızı istiyorlardı.” (s.27) 12 adet mıntıkanın nüfusları göz önünde bulundurulduğunda, Başkent’in insan sayısı açısından kimi mıntıkaları yanına çekse de savaş durumunda şansı olmayabilir; fakat güdülen strateji Oyunlar üzerinden bir önleyici disiplin cezası olarak işlev göstermektedir. Katniss ve kendi jenerasyonu, ve savaşı görmemiş daha yaşlı jenerasyonlar katılmadıkları ve katılmamama olasılıkları olan bir savaşın sürekli cezasını çekmek durumunda bırakılmaktalar. Hatta denebilir ki, Açlık Oyunlarında, katılmadıkları bu savaştaki tarafların temsilcileri olarak öldürülürler. Oyunlara katılan her çocuk, aynı mıntıkadan geliyor olsalar bile, ve hatta Oyunlar için profesyonel olarak hazırlanmış ve Başkent’in yanında olan mıntıkalardan geliyor olsalar da, her çocuk bir diğerine nazaran öldürülmesi gerek bir ‘öteki’dir. Başkent’in hala süren savaş politikasına göre de ötekinin ortadan kaldırılması gereklidir; Katniss ve Peeta gibi aynı mıntıkadan geliyor ve benzer kaderleri paylaşıyorlar olsa da. Empoze edilen savaşta çocuklar ve gençler en yakınlarını ‘diğer’ olarak görüp, hayatta kalabilmek adına onun da hayatını elinden almak zorunda kalırlar.

Sadece Başkent’te yaşayan çocukların katılmaktan muaf oldukları, ama geri kalan mıntıkalardaki çocuk ve gençlerin zorunlu olarak katıldıkları Açlık Oyunlarında, paralı asker yetiştirilircesine katılabilecekleri yaşa kadar oyunlara hazırlanan çocuklar da yine Başkent’in sürekli savaş durumunun örnekleridirler. “Kariyer Haraç” olarak adlandırılan bu çocuklar muhtemelen oyunlara katılma yaşı olan on iki yaş öncesinde de profesyonel savaş eğitimi almakta ve oyunlara ‘galip gelebilme’ adına katılmaya hevesli olmaktadırlar: Katniss’in de tanımladığı gibi “[…] hayatları boyunca bunun için eğitilmiş çocuklarla karşı karşıya kalacaktı. Benim iki-üç katım erkeklerle. Bir bıçakla sizi öldürmenin yirmi ayrı yolunu bilen kızlarla. Ah, elbette benim gibileri de olacaktı orada. Gerçek eğlence başlamadan önce ayıklanacak haraçlar.” (s.46-7). Normal bir ordudaki askerler öncelikli olarak ülkelerini koruma amacı ile askeri eğitimden geçerken, paralı askerler romanda belirtildiği gibi kariyerlerini, yani hayatlarını, askerlik mesleği üzerine kurmuşlardır. Bu askerler bir ülkenin ordusundaki askerlerin ülkelerine hissettiği duygusal bağdan yoksundurlar; savaşmalarının karşılığında paralarını alırlar. Kariyer haraç olarak tanımlanan bu çocukla da herhangi bir duygusal bağlılıkları olmadan, bir savaş alanı olarak gördükleri Oyunlarda zafer kazanabilmek adına eğitim alırlar. Aynı mıntıkadan gelen kimi kariyer haraç çocuklar birlikte hareket eder görünse de, zaferi elde etmek adına acımasızca birbirlerini de öldürmektedirler. Örneğin, Açlık Oyunları’nda, Oyunun son safhalarına gelinmişken Başkent’ten aynı mıntıkadan gelen çocukların sona kalması durumunda her iki çocuğun da galip sayılacağı anonsu gelmiştir. Fakat, galipler Katniss ve Peeta olmak üzereyken Başkent bu kararını bozmuş ve onları birbirlerine karşı savaşmak durumunda bırakmıştır. Oyunlardan galip değil de hayatta çıkmak isteyen Katniss ve Peeta, kendilerine dayatılan savaşı reddederek hayatlarından vaz geçme kararı alma yoluna gitmişlerdir. Bu çocuklar Kariyer Haraç çocuklar arasından çıkmış olsalardı, galibiyet adına birbirlerine karşı durmaktan imtina etmeyecekleri anlaşılabilir, çünkü savaş sorgusuz olarak uydukları bir aygıttır.

Sonuç olarak, Collins’in distopik bir yeni gençlik romanı olarak kaleme aldığı Alaycı Kuş serisi, ve serinin birinci kitabı olan Açlık Oyunları, öncelikli olarak distopik edebiyatın başarılı bir eseridir. Buna ek olarak, romanların biyopolitika açısından ve yönetimselliğin kullandığı araçlar açısından incelendiğinde savaş olgusunun da, her ne kadar belli sürelere kısıtlı olan bir olay olsa da, yönetimsellik tarafından şekillendirilerek çocuklar üzerinde oluşturduğu şiddetin etkisi görülebilir.

Kaynakça

Apalı, Yasemin (2021) Michel Foucault’da İktidar ve Güç, Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi Uygulamalı Bilimler Dergisi, 5(2), ss. 290-304.

Butler, Judith (2004) Precarious Life: The Powers of Mourning, London, New York: Verso.

Clemente, Bill (2012) Panem in America: Crisis Economics and a Call for Political Engagement in Mary F. Pharr and Leisa A. Clark (eds.) Of Bread, Blood and The Hunger Games: Critical Essays on the Suzanne Collins Trilogy, London: McFarland & Company.

Collins, Suzanne (2019) Açlık Oyunları, İstanbul: Doğan Egmont.

Foucault, Michel (2004) The Birth of Biopolitics, New York: Palgrave Macmillan. S

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top