Bit Pazarı

Ece, eski hafıza oyununu kolilerden birinin içine koyarken kardeşine:

“Bit pazarının ismi, neden bit pazarı?” diye sordu. Efe, sırıtarak:

 “Sen dua et, pire pazarı değil. Yoksa yine pirelenirdin!” dedi ve oyuncak arabalarını büyük bir kolinin içine yerleştirmeye başladı. Ece:

“Sen de pirelenmiştin!” diye bağırdı ve dilini çıkardı. Efe de kız kardeşine:

“Hiç de bile! Bende sadece pire yumurtaları vardı! Pirelenmiş sayılmam ki!” diyerek karşı çıktı. Bu sırada Ezgi Hanım:

“Kavga etmeyi bırakın! Bit pazarı çoktan açıldı!” deyip saatini işaret etti. Erdem Bey de:

“Haydi yardım edin! Tüm bunlar arabaya gidecek!” diye seslendi. Hep birlikte, eşyaları oflaya puflaya taşıdılar. Araba ağzına kadar dolmuş, arka koltuklarda bile yer kalmamıştı. Erdem Bey:

 “Eğer bunları satabilirsek kilerde tekrar yer açılmış olacak.” dedi. Bu durumdan oldukça hoşnut görünüyordu. Sonra oğluna dönerek:

“Efe, biz ikimiz bisikletle gitmek zorundayız. Arabayı kızlar alacak.” dedi. Efe, heyecanla:

 “Kim önce varırsa!” diye bağırdı ve yerinden fırladı.

Yarış berabere bitmişti. Kızlar, arabayla; erkekler de bisikletle aynı anda okula vardı. Erdem Bey, eşi Ezgi Hanım’a:

“Önden giderek bizim için güzel bir yer bulabilirsin. Ben de eşyaları çocuklarla okul bahçesine taşıyayım.” dedi. Ece:

“Arabaların bugün okul bahçesine giremiyor olması ne kötü!” diye homurdandı. Erdem Bey de kızına:

“Böyle günlerde okul bahçesine yalnızca itfaiye arabaları girebilir.” diyerek karşılık verdi. Efe, kız kardeşini taklit ederek:

“Bir itfaiye arabamızın olmaması ne kötü!” dedi. Erdem Bey:

“Bırak Ece’yi de bize yardım et!” diyerek Efe’nin eline bir şövalye şatosu tutuşturdu ve kendisi de arabadan kitaplarla dolu bir koli kaptı. Ece:

“Baba, eşyalarımızı gerçekten bir itfaiye arabasıyla okul bahçesinin içine kadar taşıyabilir miydik?” diye sordu. Erdem Bey’in elindeki kitap kolisi oldukça ağırdı, güçlükle:

“Hayır, Ece. İtfaiye arabaları, yalnızca yangın çıktığı zaman okul bahçesine girebilir.” dedi. Ece, pes etmiyordu. Tekrar sordu:

“Peki, ‘Yangın çıktığını sandık.’ desek?”  Erdem Bey, yine zar zor cevap verdi:

“Neyse ki bir itfaiye arabamız yok!” Kitap kolisi, attığı her adımda gövdesine çarpıyor ve geri tepiyordu.

Ezgi Hanım, ailesine kaydırağın yanından el sallıyordu. Yüzünde güller açmıştı, onlara:

“Harika bir yer bulmamış mıyım?” diye seslendi. Satılacak olan oyuncakları ve kitapları, getirdikleri iki adet piknik örtüsünün üstüne ailecek yaydılar. Ece, aniden:

 “Bu, olmaz!” diye bağırdı ve annesinin elindeki bebeği kaptığı gibi göğsüne bastırdı. Ezgi Hanım:

“Ama o bebekle oynamıyorsun.” diyerek gözlerini devirdi. Ece, yüzünü asıp:

“Olsun! Bu, benim en sevdiğim bebeğim.” diyerek cevap verdi. Ezgi Hanım, pes etmişti:

 “Pekâlâ, o zaman bebeğini tekrar kolinin içine koy.” dedi ve kendi işine koyulmaya başladı.

Bu sırada, Efe’nin karşısında bir kadın duruyordu ve:

“Şövalye şatosu ne kadar?” diye sordu. Kadının sürdüğü bebek arabasının içinde, elindeki elmayı kemiren bir oğlan çocuğu oturuyordu. Çocuk, ışıldayan gözlerle şatoyu incelerken ağzından etrafa elma parçaları sıçrıyordu. Efe, çocuktan iğrenmiş bir şekilde şatoyu tutup kendine doğru çekerek:

“Kırk lira!” dedi. Kadın, şaşkın bakışlarla:

“Kırk lira mı?” diyerek tepki verdi ve bebek arabasını sürerek oradan uzaklaştı. Bunu duyan Ezgi Hanım:

“Efe, bu fiyat çok fazla. En iyisi fiyatları biraz indir, o zaman daha fazla satış yapabilirsin.” diyerek oğlunu uyardı. Efe, dik kafalı bir şekilde:

“Şatoyu onlara satmak istemedim ki zaten! O çocuk…O çocuk var ya… Tam bir aptala benziyordu!” diye cevap verdi. Bu sırada Erdem Bey, ailesine dönerek:

“Ben bisikleti alıp eve döneyim, ardından biraz koşuya çıkarım.” dedi ve ekledi:

“Bu arada, lütfen eve boş bir arabayla dönün!” Hepsine el sallayıp bisiklete binerek eve döndü.

Kapı zili, öğleden sonra deli gibi çalmaya başladı. Erdem Bey, ayaklarını sürüye sürüye kapıya yürüdü. Ece, kapı açılır açılmaz babasının kollarına atladı. Erdem Bey:

“Eee, nasıl geçti?” diye sordu. Ece, gururla cevap verdi:

“Acayip iyi! 120 lira kazandık ve neredeyse her şeyi sattık!” Kız kardeşine katılan Efe:

“Evet ve 160 lira da harcadık!” diye ekledi, köşeyi dönmüştü. Elinde bir koli taşıyor ve gülüyordu. Erdem Bey yüzünü öyle bir astı ki çenesi neredeyse yere değecekti. Ezgi Hanım da eşine arabadan el sallarken:

 “Arabayı boşaltmamıza yardım eder misin?” diye seslendi. Erdem Bey, arabaya doğru tereddütle yürüdü. Taşınma kolileri, ağızlarına kadar yeni oyuncaklarla dolmuştu. Arka koltukta da kocaman, kıpkırmızı bir şey duruyordu. Erdem Bey, kekeleyerek:

“Bu… Bu nedir?” diye sordu. Ece, bu tuhaf bulduğu soru karşısında şaşırarak:

“Bir itfaiye arabası!” dedi. Erdem Bey, buna inanmayı istemeyerek, arka koltukta duran ve üzeri çiziklerle dolu olan bu koca plastik parçasını arabadan çıkardı ve:

“Ece, sen böyle şeylerle oynamayı bırakalı çok olmadı mı?” diye sordu. Ece, kendinden emin bir şekilde:

“Zaten oynamayı düşünmüyorum ki! Bit pazarının kurulduğu günlerde, bu arabayla okul bahçesine girebileceğiz artık!” diyerek açıklama yaptı. Erdem Bey:

“Peki, bu devasa şeyi bir sonraki bit pazarına kadar nereye koyacağız?” diye sordu. Ece’nin cevabı hazırdı:

“E kilere işte!” dedi. Efe, sırıtarak:

“Orada tekrar yer açıldı ya!” diye ekledi. Erdem Bey’in dizlerinin bağı çözüldü ve kendini itfaiye arabasının üzerine bıraktı. Ece, adeta mutluluktan ışık saçarak konuşmasına devam etti:

 “Bak, seni bile taşıyabiliyor! Demek ki bundan sonra kolileri de okul bahçesine bu arabayla taşıyabiliriz!”

Yazar: Andreas Düll
Almancadan Türkçeye Çeviren: Meltem Kılıç
Düzeltmen: İrem Tunay
Kaynak Metin: (Çevrimiçi) http://geschichten-fuer-jungs.de/der-flohmarkt/, 24.01.2021

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top