Aphrodite ve Hephaistos’tan Günümüze: Güzel ve Çirkin’den Güzelliğin Mitine

Melisa Ayşegül Çal

Güzel; insanlık tarihi boyunca dillerden düşmemiş, karşıt anlamının birlikteliğiyle vazgeçilmezliğini yüceltmiş; özellikle günümüzde, sosyal yaşamın en olmazsa olmaz niteliği haline gelmiştir. Güzel olmak, güzel olmayı arzulamak, kadim zamanlara ve anlatılara da konu olmuş; dijitalleşmenin yaşamlarımızın merkezi olduğu bu süreçte de popülaritesi belki de en yüksek kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Güzelin önlenemez yükselişi, biraz yakından bakıldığında, anlamını yanı başında bulacağımız çirkinde saklamaktadır. Güzelin ve çirkinin ayrılamaz, birbiri içerisinde bütünleşmiş bir gerçeğe işaret etmesi mitik bir anlatı olan Aphrodite ve Hephaistos’un evliliğine dek uzanmaktadır. Burada asıl dikkatleri çeken Aphrodite’nin hikayesi, doğuşu ile başlarken çirkin kocası Hephaistos’un hikayesinde ise; Aphrodite’le olan evliliğinin odak noktası olmasıdır. Bu bağlamda ele alındığında güzel, çirkinin var oluşuyla hayat bulmaktadır. Güzelliğin dayanılmaz çekiciliği, çirkinin içerisinde oluşumunu tamamlamakta; bu da çirkinin ontolojik önemini daha da önemli kılmaktadır.

Aphrodite’nin gölgelerde kalmış kocası, bir demirci ustası, ateşin tanrısı, bir ayağı topal olan Hephaistos, çok çirkin olduğu gerekçesiyle annesi Hera tarafından istenmemiştir. Babasının da kim olduğu tam olarak bilinmemektedir. Hephaistos, diğer tanrılar tarafından denizin altında yetiştirilmiş ve bir demirci ustası olarak büyütülmüştür. Neredeyse tüm hayatı karanlıklarda geçmiş çirkin bir bireyin mitolojide de çok yeri yoktur. Ancak güzelliği dillere destan, en bilinen tanrıçalardan Afrodite ise hatırı sayılı bir figürdür. Bu noktada ele alınması gereken soru da şudur: Güzellik, çirkinle mi var olur? Yoksa çirkin, güzel sayesinde mi var olmuştur?

Masalların, mitlerin parçalanması sonucu oluştuğu teorisinin kabulü ile güzele ve çirkine dair çokça masalı “masalın kaynakları” başlığı altında sınıflandırmak mümkündür. Ancak bu anlatılardan biri var ki; bilinirliği çağdan çağa aktarılmış, son yıllarda bir müzikal olarak da vizyonda yerini almıştır. Söz konusu anlatı -yazının başlığından da anlaşılacağı üzere- “Güzel ve Çirkin” masalıdır. Masalda güzelin adı “Belle” dir, ancak çirkinin bir adı bile yoktur. Masal, metinsel çerçeve açısından ele alındığında, bilinen diğer popüler anlatılarla da benzerlik göstermektedir: Belle, iki ablasıyla ve babasıyla yaşayan annesini kaybetmiş bir kız çocuğudur. Evin yükünü üzerine almıştır ve tüm işleri kendi rızasıyla yapar. Tüccar olan babaları sık sık deniz seyahatlerine çıkmaktadır. Yine böyle bir seyahat öncesi baba, kızlarına onlardan getirmesini istedikleri bir şey olup olmadığını sorar. Ablaları sevinçle mücevherler isterken Belle babasından sadece bir gül ister. Baba, seyahatten dönerken son gemisi de batmış ve diğer kızlarının istediği mücevherle birlikte her şeyini kaybetmiştir. Ancak Belle’nin istediği gülü getirir. Baba, bu gülü gece kaldığı şatonun bahçesinden koparmıştır. Şatonun sahibi Çirkin ise kendisinden izin alınmadan gerçekleştirilen bu davranış karşısında oldukça hiddetlenir. Babayı kopardığı güle karşılık, kızlarından birini kendisine vermekle cezalandırır.

Masalın giriş bölümünde meydana gelen ve alımlayıcıyı asıl olayların başladığı yere yönlendirecek olan bu motif, Rapunzel masalında da karşımıza çıkmaktadır. Hamile eşi için yan komşuları olan cadının bahçesinden “rapunzel” (yeşil, marul benzeri bir bitki) çalan baba, bunun karşılığında doğacak çocuğunu cadıya vermekle cezalandırılır. İki masalda da babalarının işlediği hataların bedeli, kızları tarafından ödenmektedir. Belle’nin babasıyla arasında oluşmuş olan bağ, diğer kardeşlerinden çok daha farklıdır. Bu öyle büyük bir sevgi ve bağlılıktır ki Belle babası için kendini feda eder ve hayatının sonuna dek şatoda Çirkin’le yaşamaya razı olur.

Aphrodite’nin doğum hikayesinde de baba motifi karşımıza çıkar. Zeus’un babası Kronos, babası Uranos ile girdiği bir mücadelenin sonucu olarak babasının cinsel organını kesip  Akdeniz’e atar. Bu olayın sonucunda Akdeniz dalgalanmaya ve köpürmeye başlar. O köpüklerin arasından da aşk ve güzellik tanrıçası Aphrodite doğar. Tüm güzel kadınların kaderlerinin oluşumunda odak noktası olarak baba motifi yer almaktadır ve karşısında yer alan eril birey de çirkin olarak kurgulanır. Güzel ve Çirkin masalının devamında yer alan çirkinin de baba motifiyle benzerliği ve kaderi oluşturmadaki yadsınamaz etkisi oldukça tamamlayıcı bir özellik taşımaktadır.

Baba kız arasındaki bu yazgısal ilişki, anne-kız münasebeti temelinde karşımıza çıkmaz. İkinci ilişki daha gergin bir dinamikle örülmüştür ve günümüz kadın ilişkilerinin de çıkmazlığına dair oldukça ilgi çekici detaylara sahiptir.

Belle’nin babasından ve kardeşlerinden ayrılıp şatoya gelmesi, hayatındaki yeni safhanın da başlangıcını oluşturur. Çirkin’in babaya olan tehditkâr talebi, kahramanın maceraya çağrısı şeklinde de yorumlanabilir. Masallarda kahramanın en sevdiklerini arkada bırakıp yeni bir serüvene girişmesi, kişinin hayatını belirleyecek olayların da başlangıcını teşkil eder. Belle, kendi macerasının başladığı yer olan şatoda, başta zorlu bir süreç yaşamıştır. Ancak zamanla onu hapseden Çirkin’e alışmaya başlayacak ve bu alışkanlık karşılıklı olarak farklı bir bağlanma modeline dönüşecektir. Belle’nin Çirkin’e olan bu ilgisi, babasına olan aşırı düşkünlüğünün bir yansıması olarak da karşımıza çıkmaktadır. Belle, ilgi nesnesi olarak babayı kaybetmiş ve bu sevgi aktarımını gerçekleştirecek başka bir ilişki bulmuştur. Diğer bir deyişle buradaki aktarım, babaya olan sevgi bağının yönlendirilmesinin bir sonucudur. Kızının kendisi için yaptığı fedakarlığın karşılığı, bir baba- kız ilişkisi içerisinde değil; aşka dönüşecek bir “güzel- çirkin” bağlamında karşılığını bulur.

Aphrodite de doğduktan sonra en çirkin tanrı olarak adlandırılan Hephaistos’la evlendirilir. Burada yer alan durum; güzel bir bireyle, çirkin olanın bir ilişki içerisinde yer alması gibi görünebilir ancak kavramların birlikteliği ve ayrılmazlığına yönelik bu tutum; güzelin çirkinsiz bir var oluş karşısında hiçbir duruş sergileyemeyeceği şeklinde yorumlanabilir.

Jung’un mitosları kolektif bilinçdışının ürünleri olarak adlandırması da bu yazıyla beraber bir kez daha anlam kazanmaktadır. Jung’a göre mitler, var oluşa dair hikayeleştirilmiş evrensel anlatılardır ve her milletten insanın ortak hafızasına dair iletiler taşımaktadır. Bu sebeple günümüzde güzel olan hala “Aphrodite” benzetmesiyle anılır, Güzel ve Çirkin masalı yıllara meydan okur. Güzelin çirkinle birlikteliğine dair taşıdığı gerçek, binlerce yıl önce mitik anlatılar yoluyla çoktan ortaya konulmuştur. Eliade bu sebepledir ki mitleri canlılığını koruyan anlatılar olarak tanımlar ve bu şekilde toplumlara model oluşturdukları savını ileri sürer. Mitler yaratılış hikayeleridir ve bu zamana kadar model olmalarının sebebi kutsal kabul edilmeleri, gerçek olmalarından ileri gelir. Strauss ise; mitleri semantik açıdan ele almak yerine yapısal olarak ele alır ve iletişimsel açıdan olayların tekrar tekrar vurgulanması gerektiğinin altını çizer. Buna binaen mitler, yapısal açıdan sürekli yinelenir ve bu zaman içerisinde bir döngü yaratır. Mitlerin sürekliliği, milletlerin dünya görüşünü oluşturur. Özellikle ahlaki konularda ve toplumu düzenleme işlevinde bu anlatılar, kültürün temelini oluşturmaktadır. Miti olmayan bir toplumun yok olmaya mahkûm olması tezi de bu temelin eksikliğine yönelik dile getirilmiştir. Mitlerin bireylere örnek anlatılar olması ve ideal insana prototip oluşturması da mitlerin işlevselliği özelliğini ön plana çıkarır. Campbell’a göre bu işlevler; dinsel, kozmolojik, ahlaki ve bireysel olarak dörde ayrılmaktadır. Günümüzde de bu işlevler, mitlerin masallara dönüşmesi ve daha sembolik bir biçim almasıyla devamlılığını sürdürmektedir. Yazıda sözü edilen güzellik miti de geçtiğimiz yüzyılların ve neo- liberal post modern çağın en öne çıkan kavramlarından biridir. Beynin ve görmenin yer değiştirdiği bir zamanda, güzel kavramı sürekli olarak tüketilmekte ve kendini tekrarlayıp yeni bir görünümle karşımıza gelmektedir. Ancak güzeli el üstünde tutan çirkin, hep çirkindir. Çirkinlik kavramı da değişen iletişimsel tutumlara göre farklılık gösterebilir. Ancak çirkinin hiçbir zaman güzel kadar bir devinim süreci içerisinde olmamıştır. Daha statik bir doğrultusu vardır. Hephaistos hep çirkin kalacaktır çünkü Aphrodite bu şekilde daha güzel olarak anılabilir. Masal bir daha yazılsa Belle, babası ve kardeşlerini değil, yine çirkinle bir sarayda kalmayı tercih edecektir. Çünkü güzel, çirkinin izdüşümüdür. Sosyal medya güzellerle dolup taşan bir hipergerçeklik alanıdır. Baudriallard’a göre post modernizmle birlikte kesin gerçeklik artık kırılmıştır. Biz olguların aslını değil, nasıl ifade edildiklerini gören bireyler olarak imgelere bakmaktayızdır.

Görselliğin inşası,gören gözlerin tanıklığını yaptığı bir noktaya getiriyorsa bizi; John Berger’in “Görme Biçimleri” nin başında kullandığını en sona söylemek de bu yazının vardığı yer olmaktadır:

                   “Unutulmamalıdır ki her şey, önce görmekle başladı.”

Bu yazıyı paylaşın
error: İçerik koruma altındadır!!
Scroll to Top